Bizler büyüdükçe, içinden çıkılmaz bir hal almaya başlayan hayat.. Dertler, sorumluluklar, kayıplar derken, özlenen günlere bizi bir adım daha uzaklaştıran hayat.. İlk anne diyişimiz, ilk oyun arkadaşımız, ilk dostumuz, ilk öğretmenimiz hatta ilk aşkımız.. Verseler elimize bir sihirli değnek, hangimiz dönmek istemeyiz ki o günlere?
Düşünsenize.. İmkansızlık içerisinde birbirimize duyduğumuz güvenin tadı var mı şimdilerde? Sahi yaşa bağlı olarak mı değişiyor her şey, yoksa ortama mı? Özlem duyduğumuz o yılların, şimdiden farkı ne? Evet, haklısınız. İnsan ilişkileri, maneviyat, saygı, sevgi, emek.. Rafa mı kaldırdık bu güzel duyguları, ne yaptık? Şimdilerde ne aileler eski aile, ne de ilişkiler eskisi gibi.. 2000’li yılları hatırlarsınız. Teknolojinin hayatımızda daha çok yer edinmeye başladığı dönemler. Sadece bizlere sınırsız bilgi sunan, büyük kitlelere faydalı bir amaç doğrultusunda ulaşmaya yarayan bir iletişim aracıyken ne kadar da masumdu. Aslında gelişen teknoloji koşullarında bize çeşitli iletişim imkanı sunmaya devam eden mucizevi bir araç. Peki, biz ne yaptık? Bizler için kolaylık sağlıyor olması, onu hayatımızın başköşesine koymamızı mı gerektirirdi? Gelin birlikte bir özeleştiri yapalım..
Bildiğiniz üzere, “Sosyal Medya” kişilerin kendilerini ifade etmeleri ve başka kişilere ulaşmalarını (sosyal ağlar, paylaşım platformları, forum siteleri, oyunlar vb.) sağlayan bir iletişim aracı. Bu iletişim araçlarının çeşitlenmesi, akıllı telefon kullanımının (artması demeyeceğim!) çok küçük yaşlara kadar düşmesi ve artan merakla birlikte tehlike boyutuna ulaşmış durumda. Son zamanlarda yüz yüze iletişimin yerini alan, ikili ilişkilerde ise bizi yanlışa yöneltebilecek ciddi bir etmen kendisi. 
Gidelim geçmişe, sosyal medyanın olmadığı günleri anımsayalım birlikte.. Özel ruh halimizi, yaptıklarımızı, düşüncelerimizi birebir yakınımızdakiler bilirdi en fazla. Özel bağımız olan kişiler, görebildiğimiz, sesini duyup varlığını hissedebildiklerimizdi. Birine olan beğenimiz, köşe başında evden çıkışını, sokaktan geçişini sabırla bekleyerek belli edilirdi. Birkaç dakika görüp, konuşabilmek için beklenilen her gün, duygularımızı ve sevgimizi olgunlaştırmaz mıydı? Bitmesi gerekiyorsa bile bir ilişkinin 3. kişinin varlığını bilmek ya da tanık olan birinden duyum almak gerekmez miydi? Sezgilerimizden yola çıksak bile zamanla gözlemleyip, sağlam temellere dayandırılmaz mıydı sebepler? 
Var olan ilişkilerimizi (ister aile olsun, ister ikili ilişkiler) güzelleştirmek, geliştirmek ve derinleştirmek varken;  burnumuzun ucundakileri, uzaktakilere değişmedik mi? Resmen, bize sınırsız iletişim olanağı sunan bu illete amaçsız bir şekilde bağlandık. Evet, amaçsız. Araştıracağın, dinleyeceğin, yazacağın, konuşacağın bir şey yokken “el alışkanlığı” yapıyorsak bir şeyleri, evet bağımlıyız ya da eğilimliyiz denilebilir. Farkında mısınız? Anlık konuşmalar, anlık yazışmalar “anlık davranışları” doğurdu bizlerde.. Yazılıyor, konuşuluyor, iletişime/ilişkiye başlanıyor da ne ilerisi düşünülüyor, ne de gerisi.. Haliyle yeni nesil de böyle bir ebeveynliğin elinden çıkıyor. Bir gözlemleyin çevrenizdeki okul çağında olan çocuklarımızı. Eskiden saygıdan terbiyeden konuşamayan bir nesil, şimdilerde doğru kelimeyi bulup cümle kuramadığından ya da “iletişim kaygısı” yaşadığından birebir diyalogdan kaçıyor. İşte bu yaş grubu da, gelinen son noktayı gözler önüne seriyor.
Geçmişe özlemle değil, geleceğe umutla bakabilmek için, ben bu haftaki yazımla şapkalarımızı önümüze koymaya çalıştım. Bu vesile ile farkındalık yaratabilirsem zihinlerde, ne mutlu bana.. Sevgiyle, iletişimde kalın..
Günsenin PARLAK
Sosyolog & Aile Danışmanı