“Bir insanın en büyük hatası, başkalarına gereğinden fazla değer vermek değil, kendine hak ettiğinden daha az değer vermektir.” (Gabriel Garcia Marquez)

Nobel Edebiyat Ödülü almış, Latin Amerika’da Gabo olarak tanınan bir yazardan alıntıladığım sözle merhaba diyorum sizlere.. Bu haftaki konumuz, her yaş ve dönemin gizli kalmış bir sorunu olan, kişinin kendini tanıması yani özsaygı kavramı.

Nedir özsaygı? Yaradılıştan gelen insan olma değerinin farkında olunması, değerli bulunmasıdır. Yazı boyunca özsaygı/özdeğerlilik olarak karşımıza çıkacak olan bu kavramlar, insanın kendine saygı duymasını, özgüvenli olmasını sağlayan etmenlerdir aynı zamanda. Son zamanlarda hemen hemen herkesin günlük yaşamda kullanır olduğu bir kavram olan özgüven, kişinin öz değerlilik algısı ile yakından ilgilidir. Birçok kazanımda olduğu gibi bu algının da temelinin atıldığı yer, kaçınılmaz aile ortamıdır.

Çocuklukta bilinçli bir aile ortamı ve toplumda yetişmeyen bireylerde olumsuz yönde görülmesi, yaş aldıkça yerini daha belirgin davranışlara bırakması, çokça karşılaştığımız durumlardır. İnsanın kişisel değerinin neye dayandırıldığı, yaşamda “değer kaynağı” olarak kimin ya da neyin görüldüğü özdeğerlilik algısının oluşumunda en önemli etkendir. Bu noktada değerlilik kavramına değinmekte fayda var diye düşünüyorum. Çünkü şöyle yanlış bir algı var. “Maddi ve fiziksel özelliklere bağlı olarak değerli ve önemli hissetmek” gibi. Bir sorgulayın kendinizi, gözden geçirin çevrenizdekileri.. Sizler de birçok kez yaşamış ya da şahit olmuşsunuzdur bu durumu, eminim.

Kişisel değerimizin, sonradan sahip olduğumuz maddi ve fiziksel varlıklarla belirleniyor olması size de samimiyetsiz gelmiyor mu? Böyle bir değerde kalıcılık beklemek hayalcilik olmaz mı? Bir gün bu değerden yoksun kalacağız endişesiyle, kendimizden artarak ödün vermemizi gerektirmez mi zaman içerisinde? Bir insanın marka giyinmesi, pahalı bir telefona ya da arabaya sahip olması, onu gözümüzde yüceltecek ölçüt olmamalı mesela. Özsaygı, özdeğerlilik, özgüven kavramları bu tür maddi varlıklarla ilişkilendirilmemeli. Her şeyden önemlisi, insan olmasının ve yeteneklerinin önüne geçmemeli.

İnsan sadece “var olduğu için” değerlidir zaten. Yaşadığımız kültürün hemen hemen hepimizin bilinçaltına yerleştirdiği değerler algısını yönetmek bizim elimizde. Bu sözlerim maddiyatın önemsiz olduğunu düşündürmesin zihinlerinizde. Dikkat çekmek istediğim nokta, düşünce ve davranışlarımızı tamamen maddi değerlerin şekillendirmesine mani olmalıyız, sadece bu. Çünkü; bir zaman sonra düşüncelerimiz yaşantımız haline geliyor, biliyorsunuz. Önemsememiz gereken hususlar, benliğimize ve fikirlerimize değer veriliyor mu? Önemli olan ben miyim, yoksa sonradan sahip olduklarım mı? Yoksa elbette kazancımız yaşam standardımızı daha elverişli kılan bir unsur. Özgüvenimiz açısından önemli ve gerekli. Çevremizin hakkımızdaki görüş ve geribildirimleri de kıymetli.

Ancak; kişi, yetilerini bir yetenek ve beceri haline getirebildiği ölçüde başarılı olur, kendine duyduğu güveni kalıcı olur. Aksi takdirde koşullu olan her şey gibi değerlilik hissi de geçici olur. Kişinin yaşadığı deneyimler ve bu deneyimler sonunda kazandığı beceriler, özgüveni/özdeğerliliği pekiştirir ya da zayıflatır. İnsanın bu durumda yapması gereken en doğru davranış, önce kendine sonra çevresine dair yaptığı içsel ve dışsal konuşmalarında farkındalık kazanmasıdır. Sonrasında ise bunları pozitife çevirebileceği, “güçlü yönlerini keşfetme/öne çıkarma”, “değişimi kabullenme”, “kendini yetiştirmek” gibi olumlama yöntemlerini yaşamında aktifleştirebilmesidir. Unutmayın, diğer insanlarla değil, benliğinizle bağlantınızın kesilmesidir ruhunuzu yaralayan..

Günsenin PARLAK

Sosyolog & Aile Danışman