Türkiye Cumhuriyet tarihinin en ağır, en bunalımlı günlerden geçiyor.  Türkiye bir o kadar da karanlık günlerden geçiyor.

AKP Recep Tayyip Erdoğanın Cumhurbaşkanı olmasından ve zorunlu olarak hukuken AKP den ayrılmak zorunda kalmasından sonra AKP nin seçmen desteğini hızla kaybediyor olması Cumhurbaşkanını paniğe sokmuştur.

AKP nin 7 Haziran seçimlerini kaybedeceğini anlayan R.T.Erdoğan sahaya inerek doğrudan AKP adına seçim probogandası yapmaya başladı. Birçok İl dolaşarak AKP ye 400 milletvekili istedi. 400 Milletvekilinin hayal olduğunu o da biliyordu ama talebi yüksek tutarak AKP nin 276 yı bulmasını ümid ediyordu ama olmadı. Belki de bu düşüşü Recep Tayyip Erdoğan hızlandırdı.

AKP 13 Yıllık saltanatını kimseyle paylaşmak istemediği için Cumhurbaşkanı 1 Kasım da AKP yi yeniden iktidar yapması için seçim kararı aldı. Ancak üç ay içinde durumu değiştirecek bir politika değişikliği ile seçime gitmesi gerekiyordu. Bunu savaş politikası olarak değerlendirdi.

Suruçta 33 gencin katledilmesinden sonra Ceylanpınar da evinde hatta yatağında öldürülen iki polis için katilin bulunup adalete teslim edilmesi yerine Kandile bomba yağdırması, hatta Ülkemizin kendi dağlarının bombalanması,  PKK nın uyuyan hücrelerini uyandırarak savaşın fitilini ateşlemiştir. Bu savaş tercihi AKP yi iktidara taşımanın gerekçesidir. Blançosu kanlı dır. 7 Hazirandan bu yana 300 e yakın insan öldü. Bu güne kadar Ölenlerin hiçbirisinin katilleri ve bağlantılarına ulaşılamadı.

Ama 10 Ekim hepimizin yüreğini yaktı. İlk kez bir defada 100 kişyi kaybettiğimiz tek katliam. Bu blanço sadece 2 tane intahar eylemcisi ile izah edilecek sonuç değil. Bu sonuç savaş politikalarının sonucudur. Bu sonuç yüreğimize ateş düşmüştür. Yoldaşlarımız bir bir toprağa düşmektedir.

 Alıştırmak istiyorlar. Bize zulmü, sömürüyü, katliamı kutsatmaya, bunu bir kader çizgisine dönüştürmeyi alıştırmaya çalışıyorlar.

İnandırmaya çalışıyorlar bu kaosun yönetimin istikrarsızlığından, AKP nin tek başına iktidar olmadığından kaynaklandığını.

İnandırmaya çalışıyorlar,  Vali iken 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan birilerini kurtarmak için İstanbul Emniyet Müdürü yapılıp, şimdi de Bakan yapılan birinin tarafsızlığını.

97 Yoldaşımız Şarapnel parçaları ile parçalanmış bedenleri bir bir toprağa veriliyor. Uğur MUMCU nun dediği gibi; Dağ gibi delikanlılardı, Fidan Gibi Genç Kızlardı. Onlarında babaları sırtlarında yük taşıyarak getirdi aşlarını. Ama İzmirli Berna Koç un aş getirecek ne anası ne de babası vardı. Yalnız ve tek başına tırnakları ile kazıdı yaşamı. Ama onu 20 bin yoldaşı uğurladı gözyaşları ile sonsuzluğa.

9 Yaşında Barışın en ağır yükünü omuzlayan Veysel Atılgan Çocukluğunu bile yaşayamadan düştü toprağa, Dicle 17 yaşındaydı Babası arkasından gümbür gümür yüreğiyle İnadına Barış diye haykırırken o aynen adı gibi Dicle Nehri gibi aktı sonsuzluğa.

Necla Duran Hatay da Tabutunun üstünde gelinliğini de alarak Annesinin isteği üzerine alkışlarla uğurlandı.

Şebnem 22 Yaşında hayalleri ve umutlarını arkasında bırakarak uçtu yıldızlara. Malatya da 11 CHP li gencecik fidan Gülbahar, Gözde, Eren, M.Ali, Umut, Onur, Kasım, Canberk geride yaşanacak bir Türkiye olsun diye çıktıkları barış yolculuğunda bıraktılar özlemlerini.

Uygar Coşkun 30 Yaşında gencecik Çorumlu bir Avukattı. Çorumluların örgütlü toplum olması yolunda Çorumluların Federasyon örgütlenmesinde görev alan tanıdığım bir kardeşimdi. Geride küçücük çocuğunu bırakarak uğurlandı Deniz, Yusuf, Hüseyin ağabeylerinin yanı başına Ankara da.

Ben onlar sonsuzluğa giderken birlikte slogan atarak gittiklerini duyar gibiyim.

VURULDUK EY HALKIM, UNUTMA BİZİ.

Tüm bu katliamların tek amacı var Yıldırmak. Ama Nafile, Barış Mitingine 100 bin kişi katılacaktı ama korkutmak ve yıldırmak istedikleri katliamdan sonra Türkiye de bir milyondan fazla insan sokağa indi.

Her katliamda hep aynı siyaset canbazlarından aynı şeyleri duyduk. Canımız yandı, içimiz acıdı, üzüldük v.s. deyip ama Devletin suçu yok, Hükümetin suçu yok, İçişleri Bakanının suçu yok, Adalet Bakanının suçu yok cümlelerini arkasından eklediler. Peki biz bu hesabı kimden soracağız?

Ankara Garı önünde simit satan simitci den mi? yoksa barış için Türkiyenin dört bir yanından Barışa el vermek için onbinlerce kişiyi Ankara ya taşıyan Otobüs şöförlerinden mi?

 Koyun dosya ya gizlilik kararını, kaçırın halkın önünden davayı,Roboski gibi, Suruç gibi, Diyarbakır saldırıları gibi kapatılsın Dosya.