Klasik yazılı tarihin dilini konuştuğumuz ve onun algılamasının yansımasını yadsıdığımız doğrusal zamanın yılını tamamlıyoruz. Yalnız bu zaman bizlerin hayatı okumamıza, insansal ilişkilerimize, yakınlıklarımıza, candanlıklarımıza kadar her şeyimizi putlaştırmıştır. Soğukluk, duygusuzluk, hissizlik bütün bedenimizi kaplamış duruma gelmiştir. Doğrusal zaman algılaması içinde. Geride kalanları unut. Hiç yaşanmamış veya yaşanılabilinir en kötüsünden sıyrılmanın getirdiği tatminkârlık ile geride her şeyi unutturur. Sanki yaşanan ve yaşanacaklar hiçbir zaman yaşanmayacak gibi.

Şimdi de yaşama, hayata, bedene ve nefese döngüsel olarak devriye ile baksak. Farklılığı “öteki” sınıflandırması içinde ruhunu mutlu ve diri tutar. Buna karşı doğrusal zaman karşı putlaştırmak istediği insanın zincirlerini kırması için “an”ı hatırlatsak. Döngüsel olarak yaşanılan acıların, sızıların, yanmaların her daim önümüze gelebilecek “güç”ün göstergelerinden olabileceğini anımsasak. .  Dünya, evren, Hakk görüşünden tutunda ruh, beden, cevher ilişkisine kadar her gözeneğin farklı bir şekilde örüntüye sahip olduğunu göreceğiz. Canlı, sıcak, samimi ve aşklı insanı; soğuk, umarsız, duygusuz, biat insandan ayıran bazı özellikleri sözün sıcaklığından sahip çıkışından hemen tanıyacağız. Bu da tabii ki sistemi ve çevresinde sebeplenen yönetenleri ve ilişkileri rahatsız edecektir. Her şey ders çıkarılması gereken “anı” olarak tarihin tozlu raflarına kaldırılması veya arada bir anılması gereken öğütvari olay olarak örneklendirilecektir. Pişirilip, pişirilip öcü olarak. Bu durumda arkasında ki heybetli güç ve görünmez ilişki gizlenecektir.

Yitirilenler, yananlar, mahpushaneye örgütçülük adı altında atılanlarla,   ailelerinden çocuklarından uzakta göz önünde unutturulanlarla, “operasyon kazalarıyla” ya da “kızılbaşlar, rafiziler, zındıklar” altında yaftalanmalarla veya “hayata dönüş operasyonları” katledilenleri vahim olay olarak anımsayıp unutmamızı isteyeceklerdir.

Onlar “kurban”dırlar. Evet. Onlar “kurban”dırlar. Fakat vahim olayın kurbanı değil, inanmışlıkların yaşanılabilinirliklerin hayat özlemiyle yanıp tutuşan dava kurbanlarıdır. Kurban’ın içkin olarak bundan kaynaklandığıdır. Eşit, özgür olarak inançlarıyla birlikte ”ser verip, sır vermemek için” davalarına, ikrarlarına bağlandıklarından dolayıdır. “Kurban”dırlar. Çünkü ikrarlarının turabı olduğundandır.

Hayır, hayır, hoş geldin yeni yıl dememek için, hoş geldin yeni yaşam dememek için, hoş geldin yeni hayat dememek için geridekilerini geride bırakmamak için yitirtirlerimizi tekrar hatırlamak gerekmektedir.  

Çünkü bu “kurban”lar bizlerin babası, kardeşi, annesi abisi ve “can” ı olabilir. Hatta odur. Her zaman yollarını gözleriz.. Tekrar geldiklerinde aynı bedenle, aynı kişilikle varlılarına sarılarak hoş geldin babam, kardeşim, annem, abim, “can”  demek için.

İşte doğrusal olarak yaşamı algılayanla, zamanı, sözü ve evreni döngüsel olarak okuyan farklı refleksler veriyor. “An” ı unutmuyor. Çünkü onun belleği durumundadır. Kendisini yitirdikleriyle “Kerbela’larıyla, Malya Ovası’yla, Dersim’le, Pozantı’yla, Hayata Dönüş Operasyonları’yla, Roboski’yle, ÖDTÜ’yle, Kadın Cinayetleriyle, her türlü kovuşturma ile tutuklularla, gazetecilerle ve farklılıkları gör(e)meyerek insan olarak bakılmadan katledilen “can”ların bize anlatımları “an”ı iriliğini, diriliğini, birliğini yaşatıyor. Sürekli haykırarak bizlere hatırlattıkları onların “kurban” olmadığıdır. Yol kurbanı, dava kurbanı, insanlık kurbanı olduğudur.  Devriyede zalimlere, zulümlere karşı ikrarlarına sadık “kurban” lar döneceklerdir. Her yeri aydınlatan, güneş gibi ısıtan, engin görünen, coşkun coşturan ve güzel hüsnü cemalleriyle “yeni don”larında bizlere ışık yayacaklardır. Sıdk-ı sadakatleriyle.

Bu durumda yeni kurbanlara ihtiyaç vardır. Evet. Beni ilk kurban sayabilirsiniz.

Aşk-ı Muhabbetle