Bildiğinden şaşmaz nasihat almaz

Aslı münkir olan imlaya gelmez
Hakkını yitirmiş, kendini bilmez
Nefsiyle oynaşan pehlivan çoktur
(Genç Abdal)
 
        Şakayık’ın farklı anlamlar ifade ettiğini belirtseler de burada ki metinde iki anlam üzerinde durularak kaleme alınmaktadır. Birincisi İslam’ın Ortodoks Sünni teolojinin anlamı olan kadın’ın yaratılış mitiyle ilgili olan “âdem’in” kürek kemiğine atfeden anlamı, ikincisi de modern bilim açısından elmanın öbür yarısı olarak anlamlandırılan tanımıdır.
 
         Bu itibariyle okuduğumuzda birinci anlamıyla ilgili olarak hegemonik erkek bakışı ve ataerkil yapı fütursuzluğunu her yerde görmek mümkün olmaktadır. İslam’ın Ortodoks Sünni anlayışı kadına rol biçmekte ve her zaman eksik yaratılan bir varlık olarak görmektedir. Her zaman kontrol edilmesi, ezilmesi ve her an zinayla yaftalanmış etiketiyle baskılanması şart olan eksik varlıktır.
 
         AKP iktidarının da buradan beslenmiş haliyle kadına bakışı kendinden menkul olarak ortadadır. Bununla beraber homofobi’ye kısacası LGBT bireylerine bakışı ise uyguladığı şiddet ve nefret suçlarıyla belirgin dışavurumlarıyla bilinmektedir. Kadını yatak odasıyla mutfak arasına sıkıştıran ve sürekli doğurma organı olarak düşünen zihniyetle farklılıklarını “ibnelikle” yaftalayan zihniyet ne tuhaftır ki sürekli toplumda karşılık bulmaktadır. İşte bunu toplumsal alanda alttan alta körükleyen, o yetmezmiş gibi nesiller yaratarak, kastlaştıran organ kimdir. Bu belayı tanıyor muyuz? Tabii ki devletin kendisi ve uyguladığı hegemonik, nefret söylemleridir.
 
       Ömer İnançer tarafından hamilelik, evlilik kurumu, kadının iş hayatı, kadının ekonomik hürriyeti gibi ya da farklı bakan ve milletvekilleri tarafından eteğin boyutundan, giyim tarzına, kadın sorunlarının konuşulduğu konferanslarda kadınların dışarıya tekme tokatla dışarıya atılması, dövülmesi, arkeolog kadın resimlerinden tablolara kadar geniş bir alanda sürekli aşalayan eksik varlık gören ve sürekli had bildirilmesiyle belirtilen alana yönelik ayrımcılıklar yaşanmaktadır. Fakat “gönülden” bağlı makbul kadın vatandaş arzulandığından bir özgürlük simgesi olarak “türban” her zaman fetiştirilmeye hazır bekletilmekte o da yetmezse gibi simgeleştirilmeye dönük siyasal “jargon” olarak her daim kullanılmaktadır. Buradan şu sonuç çıkarılmasın, toplumsal yaşam alanında türban kullanımına karşı olmak gerekmektedir diye bir algılama. 
  
       Yukarıda öbür anlamını metnimizin başında belirttik. Elmanın yarısını siyasal olarak anlamlandırırsak anayasa ve medeni hukuk’u gösterebiliriz. Anayasa nezlinde herkes yurttaşlık bağıyla yatay olarak kesilmekte ve bu bağ üzerinden bağlı olan fark etmeksizin, Kadın, Erkek, Süryani, Hıristiyan, Yahudi, Sünni, Alevi, Ezidi, Kürt, Türk vb. vatandaş sayılarak hak, özgürlükler sunulmaktadır. Tabii ki burada da eşitliğin tam uygulandığı var sayılmasın. Çünkü anayasa ve medeni hukuka göre herkes eşittir sözde. Eşitlik devletin belirlediği anayasa ve hukuk çevresindedir. Devlet anayasa ve hukuk’a uymayanları cezalandırabilir hatta terörist, marjinal ve çapulcu olarak yaftalayarak kendi hak görür.
 
       Öteki olarak görülen topluluklardan biri olan Alevi topluğunu ele alarak anlatmaya çabalayacağım. Güner Ümit’ten, Mehmet Ali Erbil’e, Metin Metiner’den, Bakanlara, Sağlık Personelinden, Okullarda ki Öğretmenlerin söylemlerine kadar konuşan, konuşturan dilin kendisi Alevilere ve Aleviliğe karşı nefret kalıcılığı sürekli yaşatılmaktadır. Bu da yetmezmiş gibi aşağılayan, şakarken sürekli inşa alanı yaratmaya çabalayan zihniyette dönem dönem aralıksız şekil değiştirmektedir.
 
       Sistemli olarak AKP iktidarının sürekli olarak Aleviliği dönük inşa çalışması aralıksız olarak saldırgan bir şekilde yaşanmaktadır.  Özellikle bu yaşananların ilmik ilmik örülmeye çabalanan devlet pratiği olduğunun gözden kaçırılmamasıdır. Metin Metiner’in söyleminden hareket edersek “bunu terör yuvası olarak atfeden kimlerdir” “bu cemevlerinden rahatsız olan Aleviler kimlerdir”.” Bu Alevileri iktidarla konumlandırırken bugün Türklüklerini yarın Kürtlüklerini, Abdallıklarını, Çepniliklerini, Kızılbaşlıklarını atıf yaparken arası açılmaya çalışılan nedir?” ya da “biz Türk Alevi kardeşlerimizde Hz. Ali gibi yaşadıklarını görüyorum” diyen Başbakanın kendisi dahi arzuladığı şakayıklık yaratılması mıdır?
 
     Buradan milliyetçilik duygularından beslenmek isteyen iktidar nereye oynamaktadır. Demokratik Alevi Hareketi’ne yıllardır pazarlanmaya çalışılan Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi Vakfı’nın devletin Türk- İslam sentezine dönük pompaladığı “türklük” hegemonik söylemi yer edinilmesinin sağlanılması neyi amaçlanmaktadır. Ya da yarın Kürtlüklerini veya farklı etnisiteliklerini merkeze çektiklerinde neyi düşüneceğiz. Şurada bunun altını çizmek gerekir. Belirtilen farklı etnisitelerin yok sayılması veyahut “birlik” potasında altında asimilasyon sağlamakla malül ulus devlet anlayışı anlaşılmamalıdır. Kesinlikle söylenmek istenen bu değildir. Toplumsallığın içinden bakacaksak, her daim devletin gözünden bakmayı reddedeceksek, bu bütünlüğümüzü ortaklaştıracaksak, farklılıklarımızı bölmek tehdidiyle ayrıştırmadan siyasal eşitlik sağlayacaksak burada anlatmak istediğimiz metinde tam buna karşılık gelmektedir. Varılmak istenen budur.
 
      Devlet dediğimiz siyasal örgütlenme ise, her dönem yekpare bir politika ve eylem içinde olmaz. Atatürk’lü, Menderes’li, Demirel’li, Ecevit’li, Özal’lı, Çiller’li, Recep Tayyip’li dönemli devlet politikası, uygulamaları bir ve yekpare değildir. Modern ulus devletin günün koşullarına, politikalarına göre geçmişten örerek getirdiği deyenimlemeler, raporlar her daim incelenerek derin raflardan alınmaya hazırdır.
 
      Devletin Alevi politikasını da böyle okumak gerekmektedir. Demokratikleşme paketinde Aleviler neden yok diye veryansın ediliyor. Merak etmeyin devlet sizi görecek, görmek istediği vakit. Ta ki içinde ki şakayıkların çoğalması, ayrıştırmaların tamamlanması sağlandığı zaman. Kendisine her ne isim veriyorsalar versinler, Alevi örgütlerinin içinde ki çakma işbirlikçi pazarlıklı içi Münkir dışı Müslüman olarak atfeden yer, para, mevki edinmek isteyen “hı(n)zır” ların şaklayacak çoğalıma eriştiği zaman. Bu ister etnisite olsun, ister farklı çıkarımlar içinde ki kişi ve gruplar olsun yukarıda izah ettiğimiz noktalar içerisinde devlet politikalarına taşıyıcılık yapacaktır. Esasında devletin başbakanından, bakanlarına ve kamu görevlilerine ara ara verilen demeçler bunun göstergesidir.
 
     Burada Alevi Örgütlerinin refleks üzerine örgütlenen örgütsüz yapılarının varlığını idame etmek için mi çabalanacak, bununla beraber örgütlülüklerinin varlığı önemsizdir önemli olan kendilerinin veya topluluklarının isimlerinin gündeme gelmesiyle söyleyecekleri söz müdür? Bu ise ufalırlar, dağılırlar. Ve ez cümle hepsi AKP'nin söylediği söz(ü) leri takip eder. İktidar bir şeyler söylemezse Aleviler, Alevi Örgütleri eşitlik haklarını, örgütlülüklerini taşımak adına bir şeyler yapmayacaklar mıdır anlamak gerekiyor. Gündem varsa Aleviler ve Alevilik var, gündem yoksa Aleviler, Alevilik ya da ötekiler için mücadele etmek yok. Garip bir ruh durumudur. Gör beni göreyim kendimi.
 
      Sonuç olarak devlet kadın üzerine, LGPT’liler üzerine, bu coğrafyada öteki olarak görülen topluluklar, halklar üzerine sürekli şakayık yaratmak istemektedir. Burada niyet tahakküm yaratacak kitle, yabancılaşmış, çıkarcı taban oluşturmaktır. Algının kalıcılığı, dönüştürülen, yeni anlamlar ve anımsamalar yükletilen değerler devletin ihtiyaç duyduğu iktidar gücünü onaylayacak ayrışmaların, dogmaların kalıcılığını sağlamak yönünedir.
 
      Unutulan, yitirilen, gözden kaçan veya kaçırılan daha farklı bir resim, politik çözümlemeler yok mu?  Bu da topluluklara, ötekilere ve ez cümle “kardeşlik, insanlık” şiarıyla yanıp tutuşan “Türk, Erkek, İslam, Sünni, Müslüman” olanlara düşmektedir.
 
Aşk-ı Muhabbetle