Bırakın dünyanın kara kavgasın

Terk edin heva-i nefsin hevesin

Gönül cennetinden şeytan iğvasın

Sürdüm diyen değil, sürenler mutlu

           (Meluli)

Antik Yunan döneminden dilden dile günümüze kadar gelen Epimetheus – Prometheus miti ve söylencesini metnimize geçmeden önce paylaşmak isterim.

“Tanrılar, hayvanlar ve insanları yarattıktan sonra, onların hayatta kalmasını sağlamak üzere çeşitli özelliklerle donatılma işini, iki genç kardeş Tanrı’ya, Epimetheus ile Prometheus’a verirler. Prometheus’un işi çıkmasından dolayı dağıtma işini yapan Epimetheus, önünde kuyruğa girmiş her canlıya elindeki torbadan bir takım özellikleri cömertçe dağıtır; kimine keskin gece görüşü, kimine pençe, kimine keskin dişler, kimine post, kimine uzun bacaklar, kimine hız, kimine boy. En sonunda eline torbaya atar ki torbada hiçbir şey kalmamış. Başını kaldırır; karşısında hiçbir özelliği olmayan, çırılçıplak, aciz mi aciz, titrek, zavallı, tüysüz bir yaratık; insan! Ama verecek hiçbir şey yok ve onun da bu haliyle hayatta kalma şansı yok. O sırada Prometheus gelir ve kendisinin bu acemilikte hatası olduğunu kabullenerek müdahale eder ve Tanrılardan kimi zanaatların bilgisini ve ateşi çalarak insana verir.

……. İnsan ise elde ettiği zanaatlar bilgisi ve ateş sayesinde kentler kurar, vahşi dünyada hayatta kalmayı başarır ama en çok kendisinden korkması gerektiğinin farkında olmadığı için, birbirini boğazlamaya başlar. Zeus, bakar ki olacak iş değil, ….Hermes aracılığıyla iki önemli zanaat daha gönderir. Bunlar siyaset ve edep/utanma zanaatıdır. Hermes, bu zanaatları herkesi mi, yoksa belirli bir grup insana mı vermesi gerektiğini sorduğunda, Zeus, bu zanaatların bütün insanlar için olduğunu söylemiştir….” (Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, S;71)

Yukarıda ki söylenceden anlaşılacağı üzere siyaset zanaatının o coğrafyada ya da yeryüzünde yaşayan bütün insanlara eşit ve var olarak dağıldığı ve en önemlisi insanlara içkin olduğu anlaşılmaktadır. Bütün insanlarda var olan siyaset yapma, konuşma, dile getirme ve ortaklaştırma zanaatının neden, nasıl ve ne zaman belli bir kesimin, kişinin yani ayrıcalıklı bir yapının yönetme, hükmetme aracı olarak mutlaklaştı. Ve kendisini bunda bir hak olarak tecelli ettiğine iman etmesi gerektiğini dayatan devinime nasıl geçildi. Bunlara bu ayrıcalığı veren nedir?

Bütün insanlarda ortak yaşam, bütünlük ve eşitlik dâhilinde sürerken, bu eşitsizliği değiştiren nedir? Bu eşitsizliğin kadim tarihten beri böyle kurulduğunu varsayımlaştıran hayal nedir? Esasında bunların yaşamı ayrıcalıklı veya kurmaya yönelik bir tarafın erk veya güçle ilişkilendiren yasalarla önemli bir bağın olduğu unutulmamalıdır. Bu yasayı toplumun iyisi olarak sunan ve topluma içkin olarak kuran öznelerin siyaset zanaatını politikanın havuzuna dökerek yasa, iktidar üzerinden devletleşmeye kadar giden uzun bir doğrusalın yapı taşlarını döşeyecekleri ilk elden anımsanmalıdır.

Bunun yanında yasa dediğimiz somut olanın, zihinsel soyut baskısı olarak düşünürsek ya da en azından bunu kurması yönünde farklı yönetme biçimleri üzerinden kendisini onaylamak için araç olarak seferber ederken; ortak yaşam ve iç barışı ya da iç çatışmayı nereye koyacağız kime teslim edeceğiz.

Padovalı Marsilius, ”İnsanlar doğal olarak yeterli (doyurucu)  bir yaşam sürmek isterler, bu nedenle de, doğal olarak topluca yaşayan insanlar aile ve köy aşamasından geçip gereksinimlerin tam olarak karşılandığı yetkin toplum biçimi olan siyasal topluma ulaşırlar.”demiştir. (Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, S;280)

Burada da anlaşılacağı gibi insanlar da var olan siyaset zanaatı, tarihle beraber yetkinleştirilmekte sanki siyasal olarak kurgulanmayan toplum bu aşamayla siyasallaştırılmaktadır. Bu da yetmezmiş gibi daha sonra ki dönemlerde göreceğiz, doğrusal zaman dilimi içerisinde daha da modernleştirilerek kurumsallaştırılacaktır.

O zaman bu yasa demek ki yeryüzünde eşit olan siyaset zanaatının, yetkinleştirilerek siyaset sanatına dönüştürülmesine veyahut buna uygun olarak deforme edilerek müsait bir düzenlemeye, hükmetme aracı için dünyevileştirilmesini mi gösteriyor? Yasa da bunu meşrulaştıran, torbalaştıran, tayin yaptıran, yeniden istediği zaman yargılama yapan veya istediği gibi yargılayan bir “statükoya” mı işaret ediyor? Ne dersiniz?

Yasanın yargı bölümüne baktığımızda iktidarı ya da iktidarın başında ki prensi, başbakanı, cumhurbaşkanını görmememiz içten bile değildir. Çünkü halk sözüm ona iktidarda somutlaşır. Bu iktidar-lar sürekli farklı dönemlerde “Sine-i Millet, Milli İradeye Saygı, Millete Döneceğiz, Milli Birlik Beraberlik İçin Tek Din, Tek Dil, Tek Millet” söylemleri sürekli merkezileştirme ve yasayı seferber etme anlamında meydanlarda gırla söylenmiştir. Bu seferber edilen söylemler neye karşılık gelmektedir. İçeride her türlü “Zındıklara, Kafirlere, İç Düşmanlara” dışarıda ise, “Devletimizi Yıkmak İsteyen Komşularımıza” karşılık bulmaya mı gelmektedir. Halkını esenliğe kavuşturmak isteyen yol buradan mı geçecektir. Ya da esenliğin anladığı şu olabilir mi; halkın ortak yaşamı, barışı ve siyaset zanaatını ilga edilerek iktidarın her türlü statüko altında kendisini vesayetleştirecek baskı aracına “Paralel” leştirecek güce ulaşmasını mı sağlayacak? “Malum Biliniyor ki Devlette ve İktidarda Oyun Bitmez”

Yasayla halka neye inanacağını, inanmayacağını öğretmek, anlatmak, sahih belgelerle ispatlamak mı olmalı. Bunu yaparken nasıl kaçınacaklarını, nasıl korunacaklarını ve en önemlisi hangi kanallardan eğitimleşeceklerini göstermesidir. Bununla beraber yasasıyla, kanallarıyla pervasızca sergilemesi ve sergilerken de her türlü siyaset sanatının dilini fütursuzca merkezileştirmek için kullanmaktan geçinmemesidir. Ne yasa, ne adalet, ne eşitlik. Valla babamız, annemiz sevmez bizi bu kadar.

Demek ki iktidarlar için yasa, halk için ideal bir “Eşitlik “ ve “Adalet” le donanmış ortak yaşam veya iyi yaşam sunmak için binbir gece masalı aracıdır. Ortak iyiliğin ve iç barışın bunun şu iktidar, şunun bu iktidar tarafından farklı uygulamalarından bir sonuç üretmek, ona müminlik ve askerlik yapmaktan öteye gitmez.

Alevi dini, öğretisi, geleneği bu anlamda topluluğun, toplumun belleği için sözü nehirlere akıtır gibi halka salıvermektedir. “İyilik ve Kötülük Hakk’tan Değil, İnsandan Gelir”  nefesi herkeste olduğu, kendisinde de olan siyaset zanaatını kullanma ve eşitliğe hizmet etme anlamında imkân sunmaktadır. Fakat Aleviler siyaset zanaatını, Pir Sultan’ın “Hızır Paşa bizi berdar etmeden, Açılın kapılar Şah'a gidelim, Siyaset günleri gelip çatmadan, Açılın kapılar Şah'a gidelim.” nefesinde söylediği dizeleri bile anlamlandırmakta maalesef çekingen davranmaktadırlar. Bunu üzerinden atarak tüm çabasıyla topluma, halka hizmet  etmesi gerekmektedir.. Hızır Paşa nezlinde Hükümdar’a, Padişah’a, Vali’ye, Kadı’ya, Başbakan’a, Diyanet’e yönelen sözün anlamı daha da değerlenmektedir.

Sonuç olarak siyaset zanaatını kendinde menkul ve hükmetme, yönetme, yönlendirme ve hakikati söylem merci olarak kuran ve bunu dayatan hangi statüko veya üretimi olursa olsun eşitsizliğe seferber olduğu bilinmelidir. Bu siyasetin mevzisi yasayla kendisine müsait alanlar yaratmaya ve buna uygun olarak yönetme biçimi dili yaygınlaştırma mekanizmasını kullanmakta ki açlığı kaçınılmazdır. Buna rağmen siyaset yapma zanaatını eşit biçimde siyasal olarak kurmanın yollarını bulmalıyız. Artık demokratikleşme, kimlikleri kabul etme, sözün eşitliliği ve toplumsallaşma herkesin elinde olan zanaattır. Ve onu ben temsil ederim diyerek bekçiliğine soyundurarak yedekletmeyeceği gibi,demokratik çözüm önerisi babında her an kıvrak politik hamleler yaparak bilinçaltında ki devletleşme, tekelleşme ve siyaseti sanatlaştırarak devlet aklını saklayan “Fırsatı Yakaladığımda Yoktur Benim Ondan Farkım” dedirtmeye yönelik iktidarlaşmaya yönelik devletlû reflekslerinden de arınmak gerekmektedir.

Halkın seçimiyle eline geçirdiği iktidar sarhoşluğuyla dönemler, anlar geçerken, halkın halk olmak adına, toplum olmak adına, toplumsallık olmak adına siyaset zanaatını kullanmayacağını zannediyorsa, iktidar-lar/devlet-ler yasa, yargı ve yürütme ilkesine dönüp dönüp bakmasını gerekmektedir. Değiştirdikleri, değiştiği ve torbaladığı aynı zamanda kendi aynasıdır, kendisidir.

Aşk-ı Muhabbetle