Ummanlar dururken dalma göllere
  Yolundan yozup da düşme dillere
  Çıkarın uğruna şayet ellere
   İftira kuyusu kazmışsan gelme
 
   ( Derviş Kemal )
 
 
                Yaşadığımız dönem ve koşullar çerçevesinde konuşarak olabildiğince tez elden devletin modern hegemonyasının din ile ilişkisini ele alarak, Aleviliğin neden merkeze çekilerek kök tasarımı üzerinden eklenmesini açıklanmaya çalışılacaktır. Bununla beraber Alevilerin de bu kök tasarımının dışında “barıştırılmasının” temelinde neyin arzulandığının da izah edilmesi anlatılacaktır.
 
 
Muhammed İkbal Avrupa’ya gidip de, Afganistan’a döndüğünde, “Avrupa’ya gittim. İslam var, Müslüman yok. Kendi topraklarıma geldim Müslüman var, İslam yok” diyerek köken sorununa hicretin daha tamamlanmadığını söylemiştir.  Seyyid Kurup ise, Asr-ı Saadetin bir devletli toplum fikri olmadığı üzerinden giderek Ümevioğullarının asabiyeti ve iktidarı üzerinden devletli toplumla buluşturarak yapar. Ali Şeriati ise,  Ali’nin adaleti üzerinden yapar. İslam ülkeleri Müslüman olmaktan çıkmıştır diyerek Muhammed İkbal, Seyyid Kutup, Ali Şeriati kökene müdahale yaparak Müslümanların tekrardan İslam’laşması gerekmektedir demiştirler. Bunların da İslamlaşmayla beraber cemaat tekrardan tesis edilerek kökene müdahale ederek yaparlar. İslamla Müslümanlar arası açılmıştır. Bu oluşan boşluğu da kökenden geçirerek tekrardan tarihe giriş yapması için kullanılarak gerçekleştirirler. Fetullah Gülen de kaba hatlarıyla bu çerçevede okunabilinir. Tarihin dışına atılan Müslümanların tekrardan tarihin içine girebilmesi için İslamlaşmayla mümkündür.  Cemaat yaratma, kökenden geçirme ve tarihin belli bir döneminden itibaren tarihe yazılması, eğitimi, ekonomisi vb.
 
 
Bu kökene müdahaleyi modern devletin ulus-devlet inşası içinde düşünüyorsak, Türkiye Cumhuriyeti kurucu unsurları kendisini bir din gibi inşa ederek bir tabu haline getirmiştir. Buna da Kemalist Milliyetçilik veya Seküler Milliyetçilikte denilebilinir. Diyanet İşleri Başkanlığı tam da bu aşama da ikili bir dönüştürücü işlevi olmuştur.  Sünniliği ve Sünnileri deformazasyona uğratarak sözüm ona hurafelerden, batıl inançlardan arındırarak tekrar inşa etmesidir. Yaratılan boşluğu da Diyanet İşleri Başkanlığı ile doldurarak tarihe mal etmiştir. Bu iki paradigma gözden kaçmamalıdır. Birincisi din, vicdan hürriyetidir diyen geleneksel Sünnileri, cemaatleri merkeze çekerek “kamusal alan”da eritmesidir. İkincisi ise, Sünniliğin ne olup olmadığına karar vererek yek ve bütünmüş gibi göstererek din adına söz söylemesidir. Türkiye Cumhuriyetinde bu nedenle Alevi Çalıştayına gerek yoktur, Sünni Çalıştayına ihtiyaç vardır denilir. Bir açıdan da Aleviler sadece kendilerine din ve inanç özgürlüğü istememektedirler. Sünnilere, Ezidilere, Süryanilere, Hıristiyanlara, Yahudilere ve İnançsızlara da istemektedirler.
 
 
Psikoanalitik kuramcısı olan Sigmund Freud’a ait olan “Baba” figüründe ki modern –devlet ve iktidar ilişkisi üzerine çözümlemesidir. Babayı öldürerek babanın yasasını geçerli kılmak üzerine kurar. Bazen gerçekten baba öldürülür. Ve “Baba” nın yerine geçen “Baba” nın yasalarını uygulamaya başlar. Öldürdükten sonra “Baba” nın yasası geçerli kılar. Bir de sembolik olarak “Baba” yı öldürülür. Sembolik olarak öldürdükten sonra, sembolik olarak “Baba” nın yerine geçilir. Tam da “Baba” nın yerine geçiyor olmakla beraber “Baba” olduğunu düşündüğüm her şey kendi kendine sirayet eder.  Alevilikte tam da gelenek buna alternatif olabilecek öğeleri içinde barındığı için Alevileri “ Baba” figürüne yakınlaştırmak kaçınılmazdır.
 
 
İktidar ilişkilerinin yoğun olduğu modern toplumda “Baba” figürünün yerine postta oturan “Baba” yı koyarsak, “Baba” nin postta oturmasının hak ettiği olduğunu çocuğu düşünürse, bunu hak etmek için uğraşmakla ve bunu hak ettiğini düşündüğünden dolayı “Baba”yla çatışma kaçınılmaz olur.”Baba” nın yerine geçerek onda bulunan hukuka sahip olarak “Baba”nın yasasıyla bürünmüştü.
 
 
Gelenekte ise, bilinir ki “Baba” nın orada bulunması hakkı değil, görevi yerine getirmek için orada oturmaktadır. “Baba” yol ve gelenek gereği görevi olarak rızalıkla oturduğunu bilir ve görevi gereği ben bilirim ki kalkması gerektiği görevini içerdiğini bilir. Ve bu içerikliği tam da yeri geldiği zaman benim oturmam için kalkar. Ben de bilirim ki görevi benden sonra ki için kalkmak gerektiğidir.  Burada gelenek ve yol belirleyici olarak rızalık üzerinden görevlendirmekle malul iken, modern toplum tam tersine ben, ben diyerek o rızalıkla araya girerek boşluk yaratmaktadır.
 
 
                Şimdi ulus-devlet Alevilikle Aleviler arasını açarak “Baba” figürüne yaklaştırmak, modern toplum iktidar ilişkileri içinde yalnızlaştırmak ve sürekli “ben, ben, ben” demesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu amaçla Alevilerin bir kökene ve kökenden geçmeye ihtiyacı yokken, yaratılmaya çalışılan yabancılaştırmayla bir köken arama, üretme sürekli ekilmektedir. Bunun en önemli taşıyıcıları Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi ve Vakfı ve İzzettin Doğan’dır. Özellikle 90 yıllardan itibaren Abdülkadir Sezgin, İlyas Üzüm, Hasan Onat, Sönmez Kutlu gibi İlahiyatçı ve yazarlar sürekli bu köken üretme ve kökenden geçirmeye yönelik sentezler yayımlamışlardır.
 
 
O yüzden Sayın Başbakanının “Ali’yi sevmek Alevilikse, ben dört dörtlük Aleviyim” ya da “Biz Alevileri Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e gönülden bağlı olanlar olarak biliriz” derken tam da bu kökene işaret ederek tarihin içine kaydedebilmesi için kökene müdahale ederek Aleviliği inşa etme, Alevileri ise “İslam” laştırması girişimidir. Bu girişim ister cami, Cemevi, Aşevi devlet projesi olarak gerçekleşsin. İsterse kültür evi, zikir ve ayin evi gibi ikincil tanımlar şeklinde olsun. İlk önce camiye sokma ardından da “Bir” liği içinde eritme yavuzluğudur.
 
 
 
Yukarı da ki postta oturan “Baba” figüründe olduğu gibi bunu hak ettiği için mi yapacak yoksa görevi olduğu için mi yerine getirecek. Aynı zamanda Aleviliği kökenden geçirirken Alevileri de “Baba” figüründe olduğu gibi iktidar ilişki tiplerine yaklaştırmak istenmektedir. Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi ve Vakfı ve İzzettin Doğan’ın basına ve kamuoyuna yansıyan metninde apaçık devletle barışmaktan bahsetmekte ve barışmanın esasında devletlû bir Alevilik ve Aleviler olduğu da aşikârdır. Dedelerin, Anaların, Âşıkların, Sadıkların, Zekirlerin, Yarenlerin ve Hizmet Sahiplerinin, eğer ki kendilerinin varlığını hak olarak biliyorlarsa bundan sonra ki süreçte rızalık, yol, geleneğe ihtiyaçları yoktur. Yok, yaptıkları hizmetleri görevleri olarak biliyorsalar topluluğun onayına, rızalığına, lokmalarına ihtiyaçları vardır. İktidarı iktidarsızlaştırmakla mümkün olduğunu hizmet sahipleri bilir. Çünkü yeri geldiğinde hizmeti başka birine bırakması gerektiğini ki o da görevi gereği bırakacağını bilmesi gerektiği gibi.
 
 
Sonuç olarak Alevilerin fethedilmesi gereken ne bir “Baba” sı nede bir “Devlet”i vardır. İktidar olmayı hak ettiğini düşündüğü andan itibaren o hukuk, yasa ve uygulayıcı zihniyetinin taşıyıcısı ve uygulayıcısı durumunda olduğunu da bilmesi gerekir.
 
 
                 Kemalist Milliyetçilik ve Fetullah Gülen üzerinden Sünnilik, Sünni Müslümanlar kökenden geçirilerek tarihe kaydedilerek yeniden inşa edilmiştir. Ve hala inşa devam ediyorsa… Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi ve Vakfı ve İzzettin Doğan üzerinden de Alevilik ve Aleviler kökenden geçirme, müdahaleyle inşa edilmek, devletle barıştırılmak daha doğrusu devletleştirmek ve o hedefe yönlendirilmek istenmektedir. Bir öz varmış, bir öz yokmuş diyerek….
 
 
                Karar, Dedelerin, Anaların, Âşıkların, Sadıkların, Zekirlerin, Yarenlerin, Hizmet Sahiplerinin ve Alevilerin.
 
                Ne Kalsın…
 
 
 
Aşk-ı Muhabbetle
 
 
 
Hüseyin Dede