Bir dostum çok sinirlenmiş komşusuna. Parktaki buluşmamızda onu teskin etmek için çok uğraştım. Olgun ve anlayışlı bir insan olması teskin olmasında etkendi.

Dostum diyor ki :

“Haykırmak istiyorum, bağırmak, çığlık atarcasına bağırmak. Kötülük sana ne etsem bilmem ki. Ah bir hümanist olmasam. Vicdan üst noktaya ulaşmış benim dünyamda…

Hey yamyam!

Hey dalkavuk!

Neyse vazgeçtim bu sözlerimden vazgeçtim; ikisi de sana uygun değil.

Ben sana alık mı desem, ahmak mı desem; bunlarda uymuyor sana. Ben sana iyisi mi kafasız diyeyim. Çünkü tehlikeli olan bu.

Sana yamyam dedim; aklıma MONTAİGNE nin “Yamyamlar üstüne” adlı denemesi geldi.

Monteigne denemesinde anlatıyor:

Kral Charles çağında Fransa’nın Raven kentine gelen üç yamyam kralın önüne çıkarılır :”Kral uzun uzun konuştu onlarla. Yaşayışımız, zenginliğimiz, güzel şehir örneğimiz gösterildi. Sonra bizimkilerden biri ne düşündüklerini, en çok neyi beğendiklerini sordu. Yamyamlar üç şey söylediler; üçüncüsünü ne yazık ki unutmuşum. En başta şaştıkları şey sakallı, güçlü kuvvetli, silahlı bir sürü adamın çocuk yaştaki bir krala bekçilik, uşaklık ettikleri, niçin bunlardan birinin kral seçilmediği olmuş. İkincisi kendi dillerinde bir tek bedenin, eli, kolu, parçaları, birbirinin yarısı olarak anlatılan insanlardan kimilerinin neden bolluk, rahatlık, içinde keyif sürüp de birçoklarının dilenciler gibi kapılarda açlık ve perişanlık içinde yaşadıkları olmuş.”

Sana dalkavuk dedim.

Aklıma dalkavukluğun Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat tan önceki devirde bir meslek olarak icra edildiği geldi

”Dalkavuklar, kâhyaları, nizamnameleri ve narhları olan bir “esnaf zümresi” dir. Dalkavuklar huzura girdiklerinde, etek öperler. Oturacakları yer tırabzan yanındaki küçük minderdir.

Görevleri ev sahibinin karakterine uygun biçimde konuşmak, meclise neşe vermek, keder verici sözlerden ve küfürlerden özenle sakınmaktır. Dalkavuklar ev sahibi ne söylerse tasdik edecekler aykırı söz kullanmayacaklar.

Dalkavukluğun değeri nedir:

Dalkavuğun burnuna fiske vurma, başına kabak vurma, yüzüne tokat atma, merdivenden aşağı yuvarlama, kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma, bir salkım üzümü sapı ile beraber yedirme gibi hareketler karşılığında belirlenen ayrı ayrı bedel para olarak ödenirdi.”

Sana alık diyemedim, ahmak diyemedim. Aklıma Umberto ECO ile sinemacı Jean CLAUDE’nin alık, ahmak ve kafasız üzerine olan değerlendirmeleri geldi.

Değerlendirmede diyor ki:

Alık: Kaşığı ağzına götüreceği yerde kaşına götüren, söylenileni anlamayandır.

Ahmak: Söylenmesi gerekeni söyleyen; kasti olmayan gaflar yapan, bilir bilmez konuşan kişi.

Kafasız: İlk bakışta doğru–dürüst akıl yürüttüğünü sandığımız ama yanılgı içinde olan kişiydi. Tehlikeliydi.

Ben sana kafasızı uygun buldum.”

Dostumla bir günü daha bitirdik. Güzel günlerin sizin olması dileğiyle..

Hoşçakalın.