Yumdum gözlerimi. Eskilere çok eskilere gitti dimağım. Gençliğim, aşkım, hayallerim. O kısa süreli kaçamaklar. Bir anda keşkelerim geldi aklıma, bir heyecan kapladı yüreğimi. Düşüncelerimle kalmalıydım, gözlerimi açmamalıydım. İmdadıma tilkinin söylediği söz yetişti. Okuduğum sözü hatırladım ve tekrar ettim.

“Hep aynı saat de gelsen daha iyi olur.” dedi tilki, “Söz gelimi öğleden sonra saat dörtte gelecek olsan ben saat üçte mutlu olmaya başlarım.”

Hiç gözlerimi açmadan düşündüm, hayal ettim. Her gün gelen canı, cananı, dostu.

Robin Şharma diyor ki:

“Mutluluk belli şeyleri başardığında gelmez. Belli şeyleri düşündüğünde gelir. Mutluluk, yaşamda olan olayları değerlendirip yorumlayarak aklında yarattığın bir durumdan başka bir şey değildir.”

Benim de gözlerim yumukken yapmak istediğim buydu. Değişiyoruz, değişeceğiz. Çünkü değişmeyen değişimin kendisidir. Bir yıl önceki düşüncelerimiz, yıllar önce hiç değişmez dediğimiz düşüncelerimiz bazen çok komik gelir bize. Çaresiz hepimiz değişimi yaşarız. Önemli olan değişimi çağın akışına göre yaşamak. Bir kaplumbağa hızıyla değil, çağın akışına uygun yaşamak. Tabi ki bunun ilacı da okumak, kendimizi kültürel geliştirmekten geçiyor.

Bir anımı paylaşayım sizinle;

Evimizde duvarları kaplayan renkli, motiflerle süslenmiş el dokuması kalın kilimler vardı. Salonun duvarları boydan boya bu kilimlerle kaplıydı. Şehirde pek nadirdi bu şekilde salonu kilimle kaplı ev. Yok desem yeridir.

Bir gün Babam ile birlikte şehrin esnaflarından Halıcı Mehmet geldi evimize. Mehmet Amca kilimlere baktı, inceledi ve dedi ki; “Bunların modası geçti ben size makine halısı vereyim. Yengem gelsin dükkânda halıyı beğensin.” Tabi ki çok sevindik. En çok da annem bu işe çok sevinmişti. Annem sevinince biz çocuklar da çok sevindik bu işe.

Makine halıları geldi, odalara serildi. Evimizin şekli değişmişti. Çok iyi bir iş yaptığımızı düşündük ailece. Yıllar geçtiğinde kandırıldığımızı anladık, üzüldük, hayıflandık ailece. Çare yoktu o değerli el örmesi, geçmişlerden gelen, anlamlı ve önemli eserler gitmişti.

Süslü püslü halılar, bizim özümüzü, el emeğimizi, değerlerimizi paha biçilmez eserlerimizi almıştı. Artık bir keşkemiz daha olmuştu.

Ben keşkeleri harese ye benzetirim. Bizim haresemiz cehaletimiz olmamalı.

Harese:

Deve, çöl dikeni yiyince damağı kanar. Ve ılık kanın tadını çok sever, lezzetin kandan değil dikenden bilir. Böylece diken yemeye devam eder. Sonunda diken yiye yiye kan kaybından ölür. Araplar buna HA-RE-SE, yani “ihtiras”, kendi kanında boğulmaktır.

Bizler kendi cehaletimizle boğulmayalım. Okuyan, araştıran, sorgulayan, aydın bir toplum olalım. Aydın toplumların keşkeleri kıyaslanmayacak kadar azdır.

Keşkesiz bir yaşam dileğiyle hoşça kalın.