1991 ile 1996 yılları arası, 12 Eylül’den sonra en fazla siyasi cinayetin işlendiği, kaçırmaların, kaybetmelerin ve toplu öldürmelerin en çok yaşandığı bir dönem. Bu dönemle ilgili “resmi” açıklamaların ilk cümlesi “karanlık güçler”, “provokasyon” ya da “faili meçhul” diye başlar. Aslında bütün cinayetlerin “faili bellidir” ama bu ülkede sorumluluk üstlenmemenin en kolay yolu cinayetleri “faili meçhul” ilan etmektir. Gazi katliamında olduğu gibi.

***


Bundan 18 yıl önce, 12 Mart 1995 akşamı, Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Gazi Mahallesi’nde bir kahve taranır. Bir Alevi Dedesi öldürülür, birçok kişi yaralanır. Binlerce kişi protesto için sokaklara dökülünce bu kez halkın üzerine ateş açılır. Bu senaryo üç gün boyunca uygulanır. Gazi Mahallesi’nde ve Ümraniye’de toplam 22 kişi kurşunlanarak öldürülür, onlarca kişi yaralanır…

“Ölümlerin çatışmalar sonucu” olduğu açıklanır ama bu tam bir yalandır. Çatışma olmadığı o kadar bellidir ki, bir tek polis ya da asker ölmez! Nitekim bu gerçek, kamera görüntülerine ve fotoğraflara da olduğu gibi yansır. Ancak devlet “resmi” iddiasında ısrarcıdır ve sonunda devletin iddiası galip gelir; Ölenler “çatışma soncu” ölmüştür!

22 kişinin öldürüldüğü bir dava tam 2,5 yıl sonra açılır. “Güvenlik” gerekçesiyle dava İstanbul yerine Trabzon’da görülür. Katliamda oğlunu, kızını, eşini yitirenler davaya zorla “müdahil” olurlar ama her Trabzon’a gittiklerinde saldırıya uğrarlar, taciz edilirler! Çünkü savcı bile “burada yargılanan benim polisim” demektedir. 22 kişinin öldürüldüğü davada yargılananların sayısı öldürülenlerden az olur, toplam 20 polis yargılanır. Yargılama sonucunda ise yalnızca 2 polis birkaç yıl ceza alır, onların da cezaları ertelenir.

***

Katliamın olduğu yıl, iktidar da DYP-SHP koalisyonu vardır.  SHP, programıyla da, milletvekilleriyle de ciddi ciddi solcudur. CHP’nin bugün bile “göğsünü gere gere” savunduğu “Kürt raporu” o dönemin hemen öncesi 1989’da hazırlanmıştır ve dönem itibariyle de gerçekten önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinde ilk kez en fazla Alevinin, bu kimlikleri biline biline bakan yapıldığı bir dönemdir. SHP’de bakan olmayan milletvekili neredeyse kalmamıştır. Herkes 3 ay 5 ay bakanlık yapmıştır!

Böyle bir ortamda devlet tarihinin en sert dönemlerinden birindedir. Devlet eliyle çatışmalar ve şiddet inanılmaz boyutlara taşınır. Sanki her şey, Kürt sorununu çözmemek, tersine çatışmayı arttırmak ve çatışmalı ortamına Aleviler gibi “yeni aktörleri” de dahil etmek üzerine kurulmuştur. Uğur Mumcu, Musa Anter gibi isimler bu dönemde öldürülür. Eşref Bitlis ve Turgut Özal da bu dönemde ölür! Sivas Katliamı, Gazi Katliamı, Başbağlar Katliamı bu dönemde olur. Bu dönem tam bin beş yüz civarında siyasi cinayete tanıklık eder.

İlginçtir bu siyasi cinayetlerin ve katliamların hiçbirinde bazı tetikçiler hariç, bir tek siyasi sorumlu bırakın mahkûm olmayı, yargılanmaz bile! Örneğin, Gazi katliamında kalabalığın üzerine hedef gözeterek ateş açan polisler kendilerinden o kadar eminlerdir ki, yüzlerini gizleme ihtiyacı bile duymazlar. Fotoğraflar da kimin kim olduğu açıkça bellidir. Ama karar önceden verilmiştir: Beraat! Dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı’nın çok sonra da olsa  'Gazi olaylarının kahvelerin taranmasından itibaren kontrgerilla saldırısı olduğunu, 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım ve ekibinin kahvehanelerin taranmasında rol aldığını, sonraki günlerde Kaymakamlık'ta karargah kurulduğunu, bu karargahta Korkut Eken, Hüseyin Kocadağ, Ayhan Çarkın gibi isimlerin olduğu bir ekibin yer aldığını ve onlar tarafından bu işlerin organize edildiğini' söylemesinin de devlet katında hiçbir hükmü  olmaz! Çünkü dönem itibariyle, “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyen kişi Cumhurbaşkanı, “devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de” şeklinde demeç veren de Başbakan’dır. Dönemin isimleri, “kendilerinden de devletten de” büyüktür: Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Necdet Menzir, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Veli Küçük.

***

Aradan 18 yıl geçmiş. Hadi o dönem olmadı, kimse konuşmadı. Ama ya şimdi? O döneme tanıklık eden SHP’li bakanlar şimdi çıkıp konuşsalar, acaba ne olur? Bu topraklarda “adaletsizlik ve vicdansızlık” son bulmaya başlamaz mı?