“Yenilen pehlivan güreşe doymazmış” lafı boşa edilmemiş!
Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun “Yeni Osmanlı” hayali “Suriye’li Esad” direnince ağır bir yenilgiye dönüştü, hayal suya düştü, tuz buz oldu. Ancak onların ısrarı devam ediyor. “Osmanlıca eğitim” dayatması bile bu yenilginin yarattığı bir “refleks” gibi…

Sistemi tümüyle kendilerine göre yeniden dizayn eden, devleti de tam anlamıyla bir AKP devletine dönüştüren Erdoğan’ın yaşadığı iktidar zehirlenmesi “isteseler de, istemeseler de” noktasına kadar geldi. Devlet İslam devletine, hukuk şeriata, vatandaş da tam anlamıyla kula ve ümmete dönüşsün isteniyor! İşin doğrusu bu konuda ciddi bir toplumsal dirençle de karşılaşmıyor. Konu “din” olunca, “Osmanlı” olunca, “ecdad” olunca, ortalığa sessizlik hakim oluyor. Sessizliğin hakim olmadığı kesimlerde ise “aman yanlış anlamayalım” şeklinde ciddi bir çekingenlik hakim oluyor. Sesler daha kısık çıkıyor! Sorun tam da burada!

Adı İslam, ister Hristiyanlık, ister Budizm olsun “dinden demokrasi çıkmaz, siyasal İslamdan ise hiç çıkmaz” deyince cüzamlı muamelesi ile karşılaşmak sürpriz olmuyor! Bunu bilerek ama bu alanı genişletmek ve gerçekleri söylemede ısrar etmek gerekiyor! Bunun başka bir yolu yok. Din ve devleti iç içe düşünmek, yumuşatmaya çalışmak, görmezden gelmek, laikliğin lafını bile etmekten imtina etmek, bu ülkeyi daha da kötü bir noktaya taşıyacaktır…

“Muhteşem Yüzyıl” dizisinin milyonları sarıp sarmaladığı 2012 yılında ben Yurt Gazetesi’nde “Süleyman benim ecdadım değil” diye yazınca sağcı, muhafazakar, milliyetçi cemaatten epeyce bir tehdit ve küfür işitmiştim.

Antalya’da adı “eğitim şurası” olsa da fiili olarak “din şurası” olan Eğitim Şurası kararları için “IŞİD ile Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasındaki önemli bir benzerlikler var, IŞİD’in müfredat programı, Diyanet’in fetvalarıyla birebir aynı” diyen CHP Milletvekili Hüseyin Aygün sanki yalan yanlış bir şey söylemiş gibi yalnız kalıyor…

Bu “sessizlik” tehlikeli! Nitekim sessizlik AKP’yi ve yaptıklarını daha da kurumsallaştırıyor, ellerini her gün biraz daha güçlendiriyor…

“Yalnızların” hızla yan yana gelmesi ve seslerini birleştirmesi dileğiyle sizlerle 28 Kasım 2012’deki “Süleyman benim ecdadım değil” başlıklı yazımı Osmanlıca, din ve bilim tartışmalarına ışık tutması amacıyla yeniden paylaşıyorum:
SÜLEYMAN BENİM ECDADIM DEĞİL!
Başta Fatih, Yavuz ve Süleyman olmak üzere muhtemelen bütün padişahları, Adalet, iyilik, merhamet ve kahramanlık timsali gördüğü için Başbakan Erdoğan’ın “benim ecdadımı temsil etmiyor” diye yerden yere vurduğu ve dolaylı da olsa “yasaklayın” dediği Muhteşem Yüzyıl dizisi ile ilgili tartışmalar büyüyor. Sanat çevreleri dahil, bir bütün olarak “muhalefet cephesi” Erdoğan’a sansür, yasak ve benzeri haklı gerekçelerle karşı çıkıyorlar. Ancak asıl tartışmaya girmekten de kaçıyorlar. Yani, Süleyman da dahil padişahların gerçekten “adalet, iyilik, merhamet ve kahramanlık timsali” olup olmadıklarını tartışmıyorlar. Hatta, Osmanlı’nın kendisiyle hiç alakası olmayan toprakları işgal etmesini kahramanlık diye övüyorlar, işgale ve savaşa meşruiyet kazandırıyorlar.


Erdoğan’ı eleştirenlerin Osmanlı övgüsünde sınır yok! Övgüde sınır olmayınca, örneğin, Emin Çölaşan, kaygısızca “Kanuni Sultan Süleyman gerçek bir padişahtır. Benim gözümde gerçek bir kahramandır.(...) Tayyip ‘Ecdadımız’ derken dikkat etsin. Elbette iyi ecdadımız vardır. Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi” diye yazabiliyor.

Yasakçılığa, sansüre karşı çıkacaksın, sonra gerçeklerden kaçıp, “Resmi Osmanlı Tarihi” ezberine sığınıp Kanuni’yi kahraman ilan edeceksin. Yazık! Bu yaklaşımlar sürdükçe, gerçeklerle yüzleşmeden kaçıldıkça, ne Erdoğan’la hesaplaşılabilir ne de bir adım yol alınabilir!

Prof. Sina Akşin ve Prof. Mustafa Akdağ, Emin Çölaşan’ın “işte padişah, işte kahraman” dediği ve kendisine “Kanuni” adını verdiren I. Süleyman’ın 46 yıllık iktidar döneminde toplumun dokusuna müdahale ettiğini, Sünniliğe, dine, İslama zarar veriyor diye, matematik, felsefe ve kelam gibi müspet bilim ve düşünce hayatı ile ilgili derslerin medrese programlarından çıkartıldığını bütün detaylarıyla açıkça yazmışlar.

Şimdi ben de soruyorum;
1) Kanuni’nin “matematik ve müspet bilimleri” yasakladığı doğru mudur?
2) “Adil bir yasa yapıcı”, “gerçek bir padişah”, “gerçek bir kahraman” olarak nitelenen ve namı Kanuni Sultan Süleyman olan I. Süleyman’ın, Fatih Sultan Mehmet’le başlayan bir geleneği sürdürdüğü, kendi çocuklarını ve torunlarını boğdurttuğu, bunun için de “özel fetvalar” verdirdiği doğru mudur?
3) İleri sürdükleri bazı düşüncelerden dolayı halkın dini inançlarını olumsuz etkiliyorlar diye, Molla Kabız, Şeyh İsmail Ma’şuki, Şeyh Muhiddin Karamani ve Şeyh Hamza Bali gibi bazı önemli din adamlarının, düşünürlerin, I. Süleyman’ın talimatı doğrultusunda, Kemal Paşazade ve Ebusuud Efendi gibi Şeyhülislamların fetvaları ile öldürüldükleri doğru mudur?
4) Osmanlı sarayında haremin olduğu, çokeşliliğin yanı sıra eşcinselliğin ve “oğlancılığın” yaşandığı, üstelik içkinin de olduğu doğru mudur?
5) Üretim yerine, işgal ve yağmalama üzerine kurulmuş “Osmanlı sistemi”nin hem de en “muhteşem” döneminde ciddi ekonomik sıkıntılar yaşadığı, mirî arazilerin yeniden yazılmasında, önceden tımar sahibi kimi sipahilerin topraklarının elinden alınmasında, toprak dağıtımında tam bir keyfilik ve kayırmacılık yapıldığı, rüşvetin “geçer akçe” olduğu doğru mudur?
6) 1510’da başlayıp, babası Yavuz Selim dönemi de dahil, kendi döneminde de Antalya’dan Adana’ya, Maraş’tan Yozgat’a kadar çok geniş bir arazide devam eden ve binlerce Türkmen Alevisinin katledilmelerinin nedeni, durup dururken yaşanan isyanlar mıdır yoksa Alevi-Türkmen oluşları ve haksızlığa başkaldırmaları mıdır?
7) Bugün, bazı istisnalar hariç Alevi köylerinin genellikle “kuş uçmaz, kervan geçmez” dağ başlarında olması tesadüf müdür, yoksa bunun nedenlerini “muhteşem yüzyıl” denen 16. Yüzyılda mı aramak gerekir?
8) I. Süleyman’a ”Kanuni” adını verenlerle, Aleviler için “katli vacip” fetvaları verenlerin de aynı kişiler olduğu doğru mudur?
9) Bütün bu ve benzeri sorular orta yerdeyken, I. Süleyman’ı “adil bir yasa yapıcı” gibi göstermek, ona “Kanuni” adını vermek, “örnek ecdat ve kahraman” ilan etmek nasıl bir anlayıştır? Böyle bir “ilan” vicdanlara sığabilir mi?
10) Eğer bu sorulara cevabınız “Evet” ise siz böyle bir ecdadı kabul eder misiniz?

Ben tereddütsüz “Hayır” diyorum. Gerisini onlara kahramanlık övgüleri dizenler düşünsün!
(Yurt Gazetesi, 28 Kasım 2012, http://www.yurtgazetesi.com.tr/suleyman-benim-ecdadim-degil-makale,2675.html)