1826’da Alevi-Bektaşi dergahlarının kapatılmasının, yakılmasının, yıkılmasının üzerinden çok değil daha 100 yıl bile geçmemişti. Büyük bir katliam yaşanmış, Hacı Bektaşi Dergahı başta olmak üzere, bütün dergahlarının başında Nakşibendi Şeyhleri atanmış, 100 yıldır dergahları onlar yönetiyordu... Bir kez daha kaçar göçer olmuşlar, taşradaki Alevilere bu kez şehirdekiler de eklenmiştir. 1826’da yayınladığı ferman da kendisine “Padişah-ı İslam” diyen II. Mahmut, binlerce Dedeyi, Babayı öldürtmüş, sürdürmüştü. Padişah II. Mahmut, Şerçeşme’yi yağmalatmış, kapatmış, Çelebileri Amasya’ya sürmüş, idamla yargılatmış padişahtır. Üstelik bu büyük operasyona da “Vaka-yi Hayriye” yani “Hayırlı Olay” demişti...

Yıl 1919’dur. Aleviler için acı sürecin anıları henüz çok tazedir. O dönemde yaşanan vahşeti yaşayanlardan hayatta olanlar bile vardır.  Bütün bunların sorumlusu kendisine “Emiru’l Mümin yada Padişah-ı İslam” diyen padişah ve temsil ettiği Hilafeti ortadan kalkmaktadır. Hilafet ve padişah ki; ateşe atılmak, kuyulara doldurulmak, kellerinden kuleler yapılmak, kızları, çocukları ve malvarlıkları ile Müslümanlar’a “helal edilmek” anlamına geliyordu. Bu dönem bitiyordu! Kağıt üstünde bile olsa “eşit yurttaş” kavramı geliyordu… Kurtuluş, Cumhuriyet, bağımsızlık, vatandaşlık gibi kavramlar konuşuluyor olmuştu…

* * *
Padişahı ve Hilafet’i ortadan kaldırmayı hedefleyenlerin lideri Mustafa Kemal,  1919’da dergahı ziyaret etmiş, Postnişin Cemalettin Çelebi’ye bizzat “Cumhuriyetin kurulacağı” mesajını vermişti.  Bu bile Cumhuriyeti “kayıtsız-şartsız” destek için çok önemlidir. Yeterlidir. Nitekim öyle de olmuştur.  Alevilerin önemli bir bölümünün Cumhuriyet’in kuruluş sürecini destekledikleri, her şey bir yana karşı bir tavır almadıkları görülmüştür. Bu destek, halifeliğin kaldırılması ile daha da artar. Modernlik ve devrimler Alevi öğretisinin enginliği ve değişim dinamizmiyle de örtüşür.  Aleviler için zulmün simgesi olan hilafeti ve halifeliği kaldıran Cumhuriyet, Osmanlı vahşetinden kurtuluşun bir simgesi olur!

* * *

16. yüzyıldan itibaren ağırlıkta kırlarda, dağ başlarındaki ücra köşelerde yaşamak zorunda kalan Aleviler görünür değildir. Görünür olan yalnızca Hacı Bektaş Dergahı ve şehirlerdeki Bektaşi dergahlarıdır. Kontrol edilmeye ve “ehlileştirilmeye” çalışılan din “Sünniliktir”. Bu en azından kötünün iyisidir… Üstelik din ile devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılacağı laiklik gibi önemli bir kavram konuşulmaktadır. İktidarın hep uzağındadırlar, adam yerine konulmak bir yana, sürekli olarak potansiyel suçludurlar! Ölüm ve sürgün makus talih gibidir! Belki de uzun süredir ilk kez “sığınacak bir liman” olanağı ortaya çıkmaktadır… Aleviler bunun tarihsel önemini herkesten daha fazla anlayıp hissetmişlerdir; belki de bu yüzden Cumhuriyete sarılmışlardır.

Kaldı ki, Alevilerin Cumhuriyeti desteklemeleri yalnızca uzak dönem Osmanlı baskısı ile ilişkisi yoktur. Bir çok arka planı vardır: Önemli bir bölümü Şafi Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları’nın, 19. yüzyıl sonlarından itibaren, özellikle Erzincan, Dersim, Maraş, Bingöl, Varto gibi yörelerde Alevilere yönelik saldırıları, baskıları ve bunun sonucu olarak yarattıkları korku ortamı, o dönemde canlı tanıkların anlatımıyla bir çok Alevinin belleğindedir. Bugün Alevilerin önemli bir bölümünde varolan “Kürt karşıtlığının” kökenlerinin bir bölümü Yavuz’un vurucu gücü İdris-i Bitlisi’ye kadar uzanırken, diğeri de yakın tarihimizdeki “Hamidiye Alayları”nın zulmüdür.  Kaldı ki bu zulüm yalnızca Hamidiye Alaylarıyla da sınırlı değildir. Cibranlı Halit’in Varto’da yaşayan ve “isyana” katılmayan Alevilere karşı baskısı da belleklerdedir... 

Diğer yandan, Cumhuriyetin lideri, devletin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, padişahlara göre çok farklıdır. Kendileri gibidir; Dinin anlaşılır bir lisanla ifade edilmesini istemektedir. Ezanı Türkçeleştirmektedir. Eğitime önem vermektedir. Bilimden bahsetmektedir. Cephesini doğuya değil, batıya dönmüştür. İçki içmekte, müzik dinlemekte, resme önem vermektedir. Alevileri “yok” saysa da, devletin anayasasına Sünniliği koymuş olsa ve Diyanet’i de buna uygun dizayn etmiş olsa da, Alevilere yönelik bir katliam henüz ortada yoktur! Aleviler şehirde de olmadığı için zaten politik ve ekonomik gelişmelerin dışında, iktidarın çok uzağındadır. Henüz Dersim “dokunulmazdır” ve 1937-38’e daha çok vardır… 1921’de Koçgiri’de yaşanan ve yakın çevresi dahil, Anadolu coğrafyasındaki diğer Alevilerden destek almayan kısa süreli “Koçgiri ayaklanması” hariç Aleviler “hayatın içinde” yoklardır ve gündemin dışındadırlar…

* * *
Osmanlının tebası olmak ve her daim kılıçtan geçmek ya da Cumhuriyetin vatandaşı olmak ciddi bir ayrımdır! Bu ayrımı görmek için özel siyasi analiz gerekmiyor, “Alevi refleksi” yetip artıyor! Tıpkı bugün siyasal İslamcı, IŞİD’ci yaklaşımlara karşı ortaya çıkan refleks gibi! Alevi refleksi, cumhuriyet diyor, demokrasi diyor, özgürlük diyor… Her şey bir yana Cumhuriyeti, yaşadığı büyük acıların sonucu oluşan bu doğal refleksiyle destekliyor…

Cumhuriyet’in kurulmasından hemen sonra Alevilerin devletin hem kurumsal yapısından, hem de dini yapısından tasfiye edilmeleri, yaşadıkları haksızlıklar ise başlı başına her biri ciddi birer tartışma noktasıdır: Diyanet’in Sünniliğin hizmetine verilmesi, Alevi Bektaşi dergahlarının kapatılması, Bektaşilerin yurtdışına sürgün edilmeleri, Alevi dedelerinin, dervişlerinin büyücülerle, üfürükçülerle eşit tutulmaları… Cumhuriyetin tekçileşmesi, demokrasiyle buluşamaması… Laikliğin kağıt üzerinde kalması, eşit yurttaşlığın hep yaklaşıldıkça uzaklaşan bir olguya dönüşmesi… Karar mekanizmalarına tek bir Alevinin bile gelmesine izin verilmemesi… Sonu gelmeyen asimilasyon hamleleri… Katliamlar… Ortaca, Elbistan, Kırıkhan, Maraş, Sivas, Çorum…
 
Bunlar gerçekler!

Tıpkı, Menderes ile hızlanan ve Cumhuriyeti, yeniden bir İslam Cumhuriyetine dönüştürmeyi hedefleyen sürecin, Demirel, Türkeş, Özal ve Çiller'in belirleyici katkılarıyla, “siyasi ve mezhepsel akrabaları” Erdoğan üze¬rinden AKP eliyle tamamlanmış olması gibi gerçek!

Bugün ülke siyasal İslam'a teslim edilmiş ve Cumhuriyet fiili olarak “İslam Cumhuriyeti”ne dönüşmüştür!  Bu anlamıyla bugün adı halen Cumhuriyet olan rejim, eşitlikçi değildir, mezhepçidir, bölücüdür, kutuplaştırıcıdır! Hukuk da, eğitim de Osmanlı da olduğu gibi tarafgirdir, dincidir. Ulema eliyle yönetilmektedir…

Bugün ortada Cumhuriyet adına da, demokrasi adına da ciddi hiçbir değer kalmamış, sol önemli ölçüde tasfiye edilmiş, solu tasfiye eden ordu ve “Beyaz Türkler” de fiili olarak iktidardan tasfiye olmuşlardır… Ortadoğu’nun dinci gericiliğin girdabında ortaçağ karanlığına sürüklenmesine doğrudan hizmet eden AKP hükümeti ülkemizi de hızla benzer bir karanlığa doğru taşımaktadır.

Bu nedenle bugün, Cumhuriyet’e övgüde sınır tanımayanların yapacakları en önemli iş, dizlerini dövmek ve Atatürk'ün arkasına sığınmak değildir! Sistemle ve gerçeklerle hesaplaşmayı göze alarak cephelerini sola dönmeyi becermektir! Bu ülkede yeni bir Cumhuriyet, demokrasi, adalet ve özgürlük adına bir dönüşüm ise, ancak yüzleri sola dönük ve bu ülkenin bütün renklerini kucaklayacak büyük bir güç birliğinden geçer…

Bunun yolu ise Cumhuriyet’i kuran sürecin önemli iki adımı olan 1908 Meclis-i Mebusa’nın ve 1. TBMM’nin muhteşem temsiliyetini, bileşenini bugün yeniden yaratmaktan geçmektedir…  Türküyle, Kürdüyle, Ermenisiyle, Alevisiyle, Sünnisiyle… Bütün etnik ve dini kimlikleri eşit yurttaş yapmak için ülkeyi laik ve demokratik bir cumhuriyete dönüştürerek!