Tamam, kapitalizmin krizi derinleşiyor ve Syriza’nın aldığı bu sonucun krizle doğrudan ilişkisi var!
Tamam, halkın muazzam hoşnutsuzluğu ve öfkesi de sandığa yansıdı!
Tamam bu tür krizler, “ara çözüm isteyenleri öne sürerek” kapitalizmin yeniden yapılanması için sisteme yeni fırsatlar sunabilir, yükselen devrimci dalgayı öldürebilir!
Tamam komünistler "iktidarı devirme perspektifiyle” mücadeleye devam etmeliler…
Tamam, bu zafer  "İçi boş bir değişim akımı” olabilir…
Ama be kardeşim neticede yaşanan büyük bir değişim, sonuç müthiş!
Haksızlık yapmayalım!
1965, 1978, hatta 1989 de dahil, bizim coğrafyada sol adına böyle bir heyecan hiç yaşanmadı!
Orta ve Güney Amerika’daki muhteşem gelişmelere sevindik, ama bu kez sevinmemiz gereken yer hemen bir adım ötemizde! Üstelik solun toplam oyu müthiş; Neredeyse % 55. (Syriza % 36, Potami % 6, Komünist Parti % 5,5, PASOK % 5,  KİDİSO % 2,5)
Gelin önce bunun keyfini yaşayalım!
Birkaç gün, belki birkaç ay da olsa maçlarda söylenen o meşhur “fincanı taştan oyarlar” diye başlayan “marşı” mırıldanarak değil, yüksek sesle söyleyelim!
Müthiş zafere haksızlık yapmalım!
Biz de laikliğin lafını bile etmek “ayıplanırken”, neredeyse bütün çevreler “gerçek Müslümanlık bu değil” yarışına girmişken, Aleksis Çipras , üstelik son dakikada da değil başından itibaren “ben ateistim” dedi, kiliseye açıktan tavır aldı, “Kiliseye sağlanan ayrıcalıklar kaldırılacak” dedi! Yemin töreninde İncil’e el basmadı, Başpiskopos'un huzuruna çıkmadı. Hayatı normalleştirdi ve yemin töreninde, söylemesi gerekeni, yani "kendi halkının çıkarlarına hizmet edeceğine" dair söz verdi.
Törenden hemen sonra ilk ziyaretini İkinci Dünya Savaşı’nda idam edilen 200 komünistin anıtına yaptı. Çiçek bıraktı! Yüreklere su serpti…
AB’nin tehditlerine bir kez daha meydan okudu. Baştan beri yaptığını yaptı. Üstelik bu kez kazanmıştı…
Başından itibaren yaptığını yaptı: Ceket tutan değil kafa tutan oldu!
“Bizi krize sokanları biz krize sokarız” dedi, “sorumlu biz değiliz, biz niye hesap ödeyelim” dedi…
Yunanistan’ın  borç ödeme yükünü “ödemeyeceğiz” dedi, kestirip attı! (Bütçenin yüzde 25’i, toplamında yaklaşık 12 milyar.)
Merkeze yaslanan sol, sosyal demokrat partiler ciddi irtifa kaybederken, yüzünü sola dönenlerin kazanacağını “ideolojilerin bitmediğini, solun bitmediğini” gösterdi.
Burada durup lütfen hemen “hangi sol” diye sormayın!
Tamam Syriza ismindeki gibi “radikal sol” bir hareket değil, sol reformist, ama sol! 
Adalet diyen, sosyal devlet diyen, bakanlıklardan birini adını “Şeffalık Bakanlığı”, diğerini “Adalet ve İnsan Hakları Bakanlığı”, bir başkasını da “Emek ve Toplumsal Dayanışma Bakanlığı” koyabilen bir sol!

Birlikte mücadele ettiği arkadaşına “yoldaş” diyebilen, tıpkı bizim Gezi’deki gençler gibi başta kendisi olmak üzere, herkesle “kafa yapan” bir sol!
“Kiliseye sağlanan ayrıcalıklar kaldırılacak”, “Askeri harcamalar kesilecek” diyen bir sol!
Solun doğal DNA’sındaki gibi: Ceket tutan değil kafa tutan!
Devlete, bankalara ve kiliseye ait binaları evsizlere açmaya, çocuklara ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği vermeye, işsizlere, evsizlere bedava sağlık hizmeti vermeye hazırlanan, kamuculuğu öne çıkararak devleti “sosyal devlet” yapmayı arzulayan bir sol!
Azınlıklara, eşitlik isteyen, bunun için de “en muhafazakar” yer olan Batı Trakya’da 3 Türk’ü milletvekili yapan, Gümülcine’de 29 bin oyun 22 binini alan bir sol!
Bunlar bile “Her Yer Syriza, Her Yer Sol” demeye, böyle bir heyecanı yaşamaya yetmez mi?

Geçici de olsa “sağcıların, oligarkların” yaşadığı psikolojik yenilgi az iş midir? “Fincanı taştan oyarlar” demeye yetmez mi?
2015 SİYASİ DEPREM YILI
Adı, biçimi ne olursa olsun, İspanya’da, Portekiz’de, İtalya’da, tabi ki Türkiye’de yükselen sol dalga, Syriza’nın yarattığı psikolojik moralle ve motivasyonla buluşabilir! Economist Intelligence Unit yaptığı araştırmada, Avrupa’nın 2015 yılında siyasi depremlerle karşılaşabileceği sonucunu çıkarmış!
Bu depremlerin bir ayağı neden Türkiye olmasın?

Tamam, Türkiye Yunanistan değil!
Tamam, İspanya hiç değil!
Tamam, Türkiye Uruguay hiç değil!

Ama…
Örneğin, 13 yılda 10 seçim kaybeden, 12 milyonluk CHP, seçimlere daha zaman varken, üstelik sağ değil, sol kazanırken yüzünü neden tümüyle sola dönmesin?
20-25 yıldır merkezden, sağdan devşirilen kadrolarla yenilginin “bu yöntemin bir fıtrat”ı olduğunu artık neden görmesin?
Neden, milletvekili adaylarını, merkezde belirleyeceğine 1 milyon 100 bin üyeden oluşan “devasa yoldaşlar grubuna” dönüp “ön seçim yapın ve adaylarınızı siz belirleyin, solcu olmanın temel kriteri katılımcılığın önü açmaktır, sözü, kararı ve yetkiyi halka bırakmaktır” demesin?
CHP neden, sandığa ama esas itibariyle sol bir iklim değişikliğine yönelik “büyük abi” rolünü üstlenerek solun bir bütün renklerinin yan yana gelişi için çaba göstermesin?
BHH ile, HDP ile mesafeli durmak CHP’ye ne kaybettirir? Yan yana gelecekleri AKP’den daha mı tehlikeli? Tabi aynı soru BHH ve HDP açısından CHP için geçerli?
Çok açık değil mi, AKP dururken, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” diyenlerin, yüzü sola dönük olanların birbirleriyle kavga etmelerinin izahı olabilir mi?
Tıpkı, sol gösterip sağ vurmanın, solun kendine güvensizliğinin yarattığı yenilgilerin izahı olmayacağı gibi…
“SİYASETTE 24 SAAT BİLE UZUN”
Bütün tartışmalar bir yana, Syriza ve bir bütün olarak Yunan solu, yakaladığı başarıyla, ideolojilerin bitmediğini, solun Avrupa’da da yeniden iktidar olabileceğini gösterdi…
“Siyasette 24 saat bile çok uzun” denilen bir ülkede 2015 seçimlerine dört ay kala, kimse kalkıp, zamandan, süreçten bahsetmesin!

Yapılacaklar belli…
Bu düzen artık değişmeli ve AKP iktidardan indirilmeli! En azından buna giden süreçte “ara adım” atmalı!
Sola dönen bir Türkiye, adalet ve vicdanıyla buluşacak bir Türkiye AKP kadroları dışında hızla ortak bir ihtiyaca dönüşüyor!
“Yolsuzları ve aymazları koruma düzenine dönüşmüş bu düzeni değiştiririz, devleti biz demokratikleştirir, sosyal bir devlete dönüştürür, yoksulluğu ve işsizliği biz yeneriz” diyen ve sandığa yansıyacak kitlesel bir sola ihtiyaç var!
Yüzde “99’u Müslüman ve tamamı Türk” söylemleri yerine,  laikliği ayakları üzerine diken, “Diyanet’e ayrılan 5 milyar 700 milyonu, silahlanmaya ayrılan bilmem kaç on milyar lirayı, buralardan alıp eğitime ve sağlığa vereceğim” diyen  bir sola ihtiyaç var!
Türkiye solu, CHP’siyle, BHH’siyle, HDP’siyle, Yunanistan üzerinden yakaladığı bu moral üstünlüğü, Gezi ruhuyla bütünleştirmeyi becermeli, çünkü kapışma CHP, HDP ve BHH arasında değil, sağcı AKP iktidarıyla, sol arasında!