Ağzını açan, İslam ile barışı yan yana telaffuz ediyor! İslam’ın bir ‘barış dini’ olduğunu söylemeyen neredeyse yok gibi. Tersini söyleyenler anında ‘aforoz’ ediliyor! ‘İslamofobi’ suçlamaları gündeme geliyor…
Doğru, İslam dahil olmak üzere bütün inançlarda mutlaka barış vurgusu vardır. Barış, kardeşlik, eşitlik vurgusu mutlaka vardır. Kuran’da da, birçok İslami kaynakta da barışı ve kardeşliği vurgulayan onlarca hadis (söz) bulmak mümkündür. Ancak gerçek hiç böyle değil.
İ
slam coğrafyasında bütün hızıyla akan kan bunun en somut göstergesi... İslam coğrafyasında kan akan ülkeleri sıralamaya kalksak, neredeyse hepsini saymak zorunda kalırız! İşin doğrusu, bu çok yeni bir durum da değil. Bu acı gerçeğe rağmen, resmi açıklamalar ısrarla “İslam’ın bir barış dini” olduğunu söylüyor ama gerçek kendi bildiği gibi akmaya devam ediyor!
Örneğin; Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Kenya ve Pakistan’da El Kaide kökenli saldırılar sonrası, yine klasik açıklamayı yaparak, “Hiçbir Müslüman bu tür acımasız eylemleri haklılaştırmak için İslam’dan meşruiyet alamaz, İslam’ın zenginleştirici yorumlama geleneği içinde, hiçbir mezhep, meşrep ve anlayış bu zalimce tavır ve tutumları hoş göremez ve onaylayamaz” demiş. Sonra da “Mezhep ve etnik farklılıklarını şiddetle yok etmek ve Müslümanların kadim birlikteliklerini parçalamaya yönelik saldırıları kaygıyla izlenmekteyiz” diye de eklemiş.
Görmez böyle diyor da, peki bu kadar kanı kim döküyor?
Allah ve Kuran’ı ağızlarından asla düşürmeyen, bütün saldırılarını ‘tekbir’ler eşliğinde yapan İslami örgütler. Yapılanlar hepsi ‘Allah’ adına!
Örneğin Suriye! Esad’a karşı savaşanlar kimler? İrili ufaklı onlarca İslami grup. Bunların ayırt edici özellikleri: katıksız ‘Alevi ve Şii düşmanı’, şiddet yanlısı Sünni Müslüman olmaları! Bu grupların şimdiye kadar yaptığı katliamlar, kafa kesmeler kamuoyunda yeterince biliniyor mu? Tereddütsüz evet, biliniyor! Diyanet’te bütün İslami ulema bu gerçeğin üzerine gideceğine, hep işin etrafında dolaşıyor, ‘gerçek’ten ısrarla kaçıyor!
Suriye’de Kur’an referanslı şiddetten beslenen bu gruplar, şimdi politik olarak yenilince ne yapıyorlar; kendi içlerinde daha da bölünerek şiddeti daha da büyütüyorlar. Tıpkı Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da olduğu gibi… Her örgüt, İslam’ı en iyi kendisinin temsil ettiğini söylüyor ve İslam’ı kendisi gibi temsil etmeyen herkesi de ‘kâfir’ ilan ediyor! Suriye’de Esad’a karşı savaşan gruplar bu şekilde bölündüler ve kendi aralarında çatışmaya başladılar! Son olarak, aralarında Liva el Tevhid ve El Kaide ile bağlantılı olduğu söylenen El Nusra Cephesi gibi örgütlerin de yer aldığı 13 İslami örgüt “İmza koyan güçler olarak, tüm askeri ve sivil güçleri, yasamanın tek kaynağı olacak ‘şeriat’a dayanan, açık bir İslami çatı altında birleşmeye çağırıyoruz” açıklaması yaptı.
Bu örgütler, daha önce Sudan’da Türk Büyükelçiliği’ni bombalayan El Şebab örgütü ile bağlantılı örgütler değil miydi? Bunu bilmeyen var mı? Hele hele, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ve onun en önemli örgütlenme araçlarından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bilmeme şansı var mı? Cevap çok net: Tabii ki yok!
Adına ne derseniz deyin; ister ‘Radikal İslam’, ister ‘Ilımlı İslam’, isterseniz ‘Siyasal İslam’, iktidar perspektifi olduğu sürece, İslam şiddet üretir. İslam ile şiddet birlikte anılmaya devam eder. Çünkü, din iktidar olmak istedikçe, iktidara yaklaştıkça, kaçınılmaz bir biçimde farklı yorumlara bile tahammülü kalmaz, tam anlamıyla tekleşir, ‘Ortodokslaşır’!..
Çıkışı itibariyle, bir ‘iktidar dini’ olan İslam, tam da böyle bir dindir! İslam’ın da, bir bütün olarak dinlerin de iktidar ilişkileri sınırlanmadığı, laik veya seküler bir yapı kurulamadığı sürece, bazı yapılar ‘ehlileşse’ bile, şiddet ‘din adına’ kendisini sürekli olarak yeniden üretir. ‘Şefkat’i öne çıkaran Budist rahiplerin Myammar’da katillere dönüşmesi ve Müslümanları öldürmesi de, işte bu iktidar bağlantısıyla doğrudan ilgilidir! Hıristiyan dünyanın bundan kurtulması ‘sekülerliğin’ devlet yapısına hakim olmasıyla mümkün olmuştur! İslam bu reformu yaşamadığı sürece ‘barış’ lafları, kulağa hoş gelen lafların ötesine geçme şansına sahip değildir! Lütfen, dönüp 1.400 yıllık İslam tarihine bakın. Bırakın, bin yıllık kardeşliği ve barışı, acaba şiddetin ve kanın olmadığı kaç yıl sayılabilir?