Kırmızı gömleği, gülen yüzü ve her fırsatta kaldırdığı yumruğu ile o, dünyadaki bütün “ötekilerin” moral kaynağıydı. Kürsüde konuşurken, konuşma dilini anlamasanız bile, vücut dilinden, mimiklerinden, heyecanından ne söylediğini anlamamak mümkün değildi. İddia ve heyecan ona çok yakışıyordu! Çünkü o hayata dairdi. Yalnızca kürsüde ve masa başında toplantıda değildi. Sokaktaydı. Onu bazen dans ederken, bazen de şarkı söylerken görmek şaşırtıcı olmuyordu. Çünkü o sahiciydi. “Sahici” kavramı ona çok uyuyordu! Beyzbol meraklısıydı. Dünyasında müzik de vardı, resim de, tiyatro da… Darbeler geleneğinin en güçlü olduğu topraklarda darbe yapma dahil, Bolivarcı bir iktidar için her yolu deneyen biriydi; Israrcı, inatçı ve idealist!

Simon Bolivar’la başlayan Che Guevera, Fidel Castro, Daniel Ortega’larla devam eden bir kuşağın devamıydı. Ondan önce Velasco, Ovando, Torres, Lara vardı. Onunla birlikte Morales, Kirchner, Lula, Vazqez oldu. Bazı Marksistler ona “küçük burjuva milliyetçisi ve reformcu”, sağcılar ve Amerikancılar ise ona “diktatör” deseler de o Latin Amerika’da “kurtarıcı” geleneğinin devamı sahici bir adamdı. Bütün sahici liderler gibi, dokunan, dokunan, gülen, üzülen, heyecanlanan, heyecanlandıran biriydi…

Ne yaparsa yapsın, her şey ona yakışıyordu, ama sanki en çok da, yumruğu havada, kırmızı gömleğiyle kürsüde konuşmak ona yakışıyordu…

O topraklarda İspanyol sömürgeciliğine karşı ayaklanmayı başlatan ve ona önderlik eden Tupac Amaru ile başlayan bir “kurtarıcı” geleneği vardı. Büyük alt üst oluşlar o toprakların sanki doğasında vardı. Her an her şey olabilirdi. Tupac Amaru fethettiği kentlere beyaz atının üzerinden girerken coşkuyla karşılanıyordu. Çünkü o köleleri özgürleştiriyor, vergileri kaldırıyordu. Kurtarıcı başka nasıl olabilirdi?
1783’te Venezuela’nın Karakas kentinde doğan Simon Bolivar da onun izinden giden biriydi. İspanyol kökenli aristokrat bir ailenin çocuğuydu. Fransız devriminin etkisinde büyümüş, John Locke, Rousseau, Voltaire ve Montesqueiu okumuştu… Fransız devriminin sloganları olan  'eşitlik, özgürlük ve kardeşlik' onun da sloganıydı. Özgürlük ve toprak reformu için yola çıktığında tıpkı Tupac Amaru gibi “kurtarıcı” olarak karşılandı. Çünkü o, bugünkü Bolivya, Peru ve Kolombiya’nın tümününde, Artigas, Uruguay'ı ve Arjantin'in bir kısmında “özgürlüğün” adı oldu. Jose Artigas ve San Martin de bu geleneğin devamıydı…

Bu gelenek 1950’lerden sonra dünyada esen Marksist rüzgarları elleriyle havada yakalayan Fidel Castro ve Che Guevera ile Küba’da buluştu. Sonra Daniel Ortega ile Nikaragua’da… 1990’ların sonundan itibaren ise Hugo Chavez’lerle buluştu… Asya ve Avrupa’da Sosyalist sistem çökerken, Arjantin, Ekvador, Bolivya ve Venezuela'da devrimci yükselişler oldu. Venezuela'da Chavez, Arjantin'de Kirchner, Brezilya'da Lula, Uruguay'da Vazqez, Bolivya'da Morales, Nikaragua’da Ortega öne çıktılar ve kıtanın ABD’ye kadar olan kısmını doğrudan etkilediler…

Chavez, bu dönemi yaşananları 'Bolivarcı, Venezuelalı, Latin Amerikalı bir 21. Yüzyıl sosyalizmi” olarak nitelendirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nin müdahalelerine ve etkili bir karşı devrim dalgasına rağmen, reformlar yaptı, devlete ait toprakları 136 bin köylüye dağıttı, petrol gelirlerinden sağlık ve eğitime büyük paylar ayırdı, kamulaştırmaya büyük önem verdi. İşçi Konseyleri ve Toplum Konseyleri aracılığıyla katılımcı bir demokrasi örgütledi. Onun en sıkı muhaliflerinden Venezuela Komünist Partisi’nin bile desteğini aldı. Birçok eksikliğe rağmen o hep “kurtarıcı” oldu. Çünkü onun mücadelesi, “Bizim için vatan Amerika’dır ve Birleşik Devletler sanki özgürlük adına, Amerika’ya sefalet saçmak için görevlendirilmiş” diyen Simon Bolivar’ın mücadelesiydi… 

Amerika onu siyaseten yenemedi. Onu yani Hugo Rafael Chavez Frias’ı kanser yendi… Latin Amerika’da solcu yükselişi yenemeyen “ABD’nin Latin Amerikalı liderleri kanser yaparak yenmeye çalıştığı” iddiası bir komplo teorisi olsa da yaşananlara bakınca insanda “olabilir” fikri ister istemez öne çıkıyor! Nitekim, Chavez dışında, Paraguay Devlet Başkanı Fernando Lugo, Brezilya eski Devlet Başkanı Lula ve görevdeki Başkan Dilma Rousseff ve Arjantin Devlet Başkanı Christina Fernandez de kanser…
Kim ne derse desin Simon Bolivar’ın dediği gibi “Yalan ölümlü, doğru ölümsüzdür…” Devrin daim olsun Hugo Rafael Chavez Frias!

[email protected]