Cuma günü, Diyanet İşleri Başkanı’nın Kenya ve Pakistan saldırıları ile ilgili olarak “Bunların İslam’la ilgisi olamaz” şeklinde söylediklerinden hareketle “İslam ve Şiddet” başlıklı bir yazı yazmıştım. Başbakan Erdoğan, hafta sonunda Diyanet İşleri Başkanı’nın izinden giderek, uzun bir “İslam güzellemesi” yaptı.
Konu İslam ve din olunca, işin doğrusu, bu güzellemelerden kimse kurtulamıyor. Bu konuda yapılacak eleştiriler “din düşmanı” olarak niteleneceği kaygısıyla, din ve İslam konusunda ‘diplomatik arenada’ söylem hemen tekleşiyor. Örneğin; Başbakan Erdoğan, İslam’ı şiddetten ve terörden ayrı gösterecek ya, hafta sonunda Denizli’de yaptığı konuşmada “Bizim dinimiz İslam 'silm' kelimesinden, türemiştir ve İslam'ın anlamı, barıştır” derken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kutlu Doğum Haftası’nda yaptığı konuşmada “İslamiyet barış dinidir. Topluma huzuru getiren bir dindir. Terörü reddeden bir dindir” diyordu. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak da bu konuda farklı düşünmüyor. O da, 1 Eylül’de Diyarbakır’da şöyle diyor: "İslam barış dinidir. Bu savaşları durdurun, bu savaşları halkımız hak etmiyor."
 
Peki, bu kadar ‘barışçıl’ olan bu dinin mensupları, nasıl oluyor da bu kadar ‘cani’ olabiliyorlar? Münferit bir durum olsa, anlayacağım. Şiddet, terör, akan kan münferit falan hiç değil, sürekli! Sistemli ve bilinçli! Yapılan her eylem İslam adına yapılıyor! ‘Cennet’e gitmek için yapılıyor! Ortada, siyasi parti liderlerinin ya da ‘solcu-devrimci’ Müslümanların sunduğu gibi; teoride ve fanus içinde yaşayan ‘sanal bir din’ yok! Tersine; orta yerde ‘kanlı-canlı’ bir din var! Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Afganistan ve Pakistan’da olduğu gibi…
 
Başbakan diyor ki; “Müslüman ve terörist kavramlarını yan yana getirecek, insanlık dışı saldırılarda bulunanlar, İslam'a en büyük zararı vermiştir. Neymiş, İslam adına yapıyormuş. Hadi ordan ya, neyi İslam adına yapıyorsun. İslam adına masum insanları öldürme yetkisini, Allah kimseye vermemiştir”. Peki; eğri oturup, doğru konuşalım! Allah aşkına, Suriye’de ne oluyor? Masum insanları öldüren ve Suriye’yi ‘cihat cenneti’ne çeviren kim? Bunları besleyen, büyüten kim? Henüz işler bu noktaya gelmemişken, Suriye’de “Esad gitsin de, ne olursa olsun” diyenler, başlangıçta sayıları birkaç yüz kişi ile ölçülen İslami örgütlerin binlere yükselmesini kim sağladı? Bu örgütler kameralar önünde, tekbirler eşliğinde, İslam adına “Aleviler bizi bekleyin, gelip sizin boğazlarınızı keseceğiz” dediklerinde, ki sonra dediklerini yaptılar; susanlar kimlerdi? Bugün kalkıp “Müslüman ve terörist kavramları yan yana gelemez” demenin herhangi bir anlama var mı? Yaptıkları her işi İslam adına yapıyorlar. Yapanlar da bal gibi Müslüman! Uzaydan gelmediler, onları bizzat İslam’ın kendisi üretiyor. Ve onlar her yerde İslam adına kesiyorlar, bombalıyorlar, öldürüyorlar!
 
Erdoğan, “Terör örgütleri arasında ayrım yapanlar, terör örgütlerini iyi-kötü diye sınıflandıranlar, bunlara göz yumanlar, terör ateşine körükle gidenler; en az teröristler kadar suçludur, en az onlar kadar canidir" diyor. Doğru! Doğru da, o zaman çık, hayali saldırıları değil, örneğin Suriye’de kafa-kol kesen bütün örgütleri kına; desteğini kes ve Türkiye sınırları içinden sök at! Kameraların karşısına çık ve “El Nusra’yı destekledik, yanlış yaptık, Suriye’de ateşkes ilan edilsin, savaş dursun” de… Elini tutan mı var?
 
* * *
Bu ülkede işlemeyen laiklik yeniden yapılandırarak işletilemediği, İslam coğrafyası ‘laik’ olamadığı sürece ‘İslam’ ile ‘terör’ sürekli yan yana anılmak zorundadır! Çünkü İslam, iktidar olmak ya da iktidar olduğu yerlerde iktidarda kalmak için şiddetten besleniyor. İslam’ı ‘pamuklara sararak’ bize ‘çok şirin ve çok barışçıl, hatta anti-kapitalist’ göstermeye çalışan ‘Devrimci Müslümanlar’ da ‘Allah için’ artık biraz da Turan Dursun gibi konuşsunlar! Bakın, o çok barışçı olan İslam’ın ana referanslarından birinde şöyle diyor: “Ancak, Allah’a ve peygamberine savaş açmaya kalkışan ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; öldürülmelerinden veya asılmalarından veya elleriyle ayaklarının çapraz kesilmesinden ya da bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olamaz.” (Maide 33)