Demokrat Parti, “liberalizm ve demokrasi” söylemleriyle1950’de iktidara gelmişti. Demokrasi beklentisi büyüktü. Bu beklentinin boş olduğu hemen ortaya çıktı. Yıl 1951’di… Türkiye’de olmayan komünizm tehlikesi şizofrenik bir ruh haliyle “büyük bir tehlike” olarak sunulmaya başlanmış ve arkasından tarihe “büyük komünist tevkifatı” olarak geçen tutuklamalar başlamıştı… Bu tutuklamalar, tıpkı bugünlerdeki DHKP-C tutuklamaları gibi önceden planlanmıştı. “Esbab-ı Mucibeli Hüküm”, yani “gerektiren sebeplerden dolayı hüküm” önceden hazırlanmıştı. Tutuklamalar kaçınılmazdı… Sevim Belli ile başlayan tutuklamalar,  Zeki Baştımar başta olmak üzere, Doktor Şefik Hüsnü Deymer, Mihri Belli, Ruhi Su, Enver Gökçe, Mehmet Bozışık gibi dönemin bilinen komünistleri ile devam etti ve toplam 187 kişi tutuklandı...

Tutuklanma gerekçeleri önceden hazırlandığı için tutuklananların direnmeden öte yapacakları çok fazla bir şey yoktu. Havada komünistlik ve ajanlık lafları uçuşuyordu. Geniş toplumsal kesimler, ne olduğunu bilmediği “komünizm korkusu” ile “Rus ajanlığını” kendine göre kafasında birleştirmişti bile…

Tutuklamaların amaçlarından biri hasıl olmuştu: Muhalefeti boğmak ve toplum üzerinde ciddi bir komünizm karşıtlığı oluşturmak! Tutuklamaların ikinci amacı ise Amerika’ya “selam durmak” ve Sovyetlere “parmak sallamak” ise fazlasıyla yapılmıştı… Menderes verdiği sözleri tutuyor, arkasında da “Kore Savaşı’nda bizim ne işimiz var” diyen Barış Derneği’ni kapatıyor, Behice Boran ve arkadaşlarını tutuklattırıyordu. Aranan belge fazlasıyla vardı: Barış istiyorlardı, yetmez miydi? Daha ne olacaktı?

Tıpkı bugün gibi… İstanbul Emniyeti operasyonun gerekçesini sihirli gizemli laflarla açıkladı: Kozmik odalar, ardı ardına açılan çelik kapılar, saklanılan dehlizler, suikast planları ve ajanlık… Düne ne kadar benziyor. Yalnızca tarihler ve isimler yer değiştiriyor. Dün öne çıkan isimler Zeki Baştımar ve Şefik Hüsnü’ydü. Bugün Selçuk Kozağaçlı ve Taylan Tanay…  ÇHD Başkanı Kozağaçlı’ya zorla yakıştırılmaya çalışılan “Suriye ajanlığı” ile 1950’lilerin devrimcilerine yakıştırılan “Rus ajanlığı” arasında fark var mı?  Devlet-i Aliye’nin önceden belirlenmiş, “Esbab-ı Mucibeli Hükümleri” nasıl da hep aynı oluyor…  Şaşmamak gerekiyor!

* * *

DHKP-C davası kapsamında gözaltına alınanların aldıkları tavır, bıyıklarıyla, duruşlarıyla ve konuşmalarıyla estirdikleri devrimci hava  insanı ferahlatıyor olsa da 60 küsur yıldır bu ülkede estirilen sol ve komünizm karşıtı havayı ve siyasal muhafazakârlığın etkisini ortadan kaldıramıyor. Solculara, devrimcilere karşı yaşatılan hukuksuzluk, adaletsizlik AKP eliyle arttırılıyor. Devrimci olmak, solcu olmak, komünist olmak bu ülkede “öteki” olmaya tekabül ediyor. Balyoz, Ergenekon, KCK, Hopa, Sivas hatta RedHack gibi davalara baktığımızda “ötekileştirmenin” yalnızca devrimci, solcu olmakla da sınırlanmadığını görüyoruz. AKP aslında sisteme tavır alan herkese “öteki” muamelesi çekiyor. Bu artık biliniyor. Ancak işin kötü yanı, bu havanın toplumun sola yakın durması gereken kesimlerini de ciddi etkilediği görülüyor.  AKP ve MHP’yi anlıyoruz. Ancak bunların dışındaki siyasi güçlerde ve toplumsal kesimlerde de farklı olana, hele hele sosyalist ve komünist olana karşı ciddi bir ötekileştirme ve dışlama tavrı var… Bunu ısrarla anlamamak geriyor!

Türkiye’nin dördüncü büyük barosu Antalya Barosu hukukçulara verdiği “Uğur Mumcu Özel Hukuk Ödülü”nü bu yıl kadına yönelik şiddet sonucu hayatını kaybeden Eylem Pesen'in davasındaki mücadelesi dolayısıyla Avukat Müjde Tozbey Erden'e verme kararı alıyor. Ancak sonra işler değişiyor; 3 bin üyeli Antalya Barosu yönetimi avukat Erden’in TKP’li bir komünist olduğunu, üstelik cezaevindeki PKK’lı tutukluları da ‘siyasi tutsak’ olarak nitelendirdiğini öğrenince acele toplanıyor ve Erden’e ödülü vermekten vazgeçiyor. Tam bir utanç!

Bir başka örnek, Hüseyin Aygün! En “yumuşak” konuşanlar  bile “Hüseyin Aygün’ün dikkati çekilmeli” diyorlar. Ben “ilericiyim, demokratım, solcuyum” diyenleri bıraksanız Hüseyin Aygün’ü bir kaşık suda boğacaklar gibi… Üstelik bütün büyük günahların sahipleri köşelerinde “paşa paşa” otururken!

1951’lerden bu yana yapılan operasyonların hedefinde kimlerin olduğu çok açık… Fazla bir yoruma gerek yok. Lafı uzatmayayım: Bu ülkenin asıl sorunu sistemledir. Bu sistem değişecekse AKP politikalarını onaylamayan bütün çevrelerin solla, devrimcilerle yeniden barışması gerekiyor. “Ara”da durarak kimse bu ülkede değişimi sağlayamaz! Dönem, yönümüzü sola dönme zamanıdır!