Bir dönem “Ergenekon davasının savcısıyım” diyen Erdoğan’ın Balyoz Davası’ndan 18 yıl hapis cezası almış Ergin Saygun’u hastanede ziyaret etmesi, Ocak ayı başında Kürt mesesindeki hamleden sonraki en önemli hamleydi. Başbakanın Anayasa ile ilgili olarak “Mart sonu resti” de bu gelişmelere eklendiğinde Türkiye’de yeni bir dönemin başladığını tespit etmek için alim olmak gerekmiyordu!
CHP yöneticilerinin çeşitli açıklamaları vardı ama Genel başkan henüz bu dönemle ilgili “resmi” bir açıklama yapmamıştı. Üstelik eski Genel Başkan Deniz Baykal da CHP’nin “Kapalı Grup Toplantısı”nda konuşma talep etmişti. Bugelişmelerr üst üste binince Kılıçdaroğlu’nun dünkü grup konuşması sanki her zamankinden daha önemli bir hale gelmişti…
* * *
Kılıçdaroğlu’nun herkese açık konuşmasına geçilmeden, konuşma talebi “uygun” bulunan Baykal kapalı oturumda konuşmuş ve aslında bilinen görüşleri dışında yeni hiçbir şey söylememişti. Baykal, konuşmasını “büyük abi kalıbına” uygun olacak şekilde, “yumuşak üsluplaluple” kurgulamış, "hem ulusalcıyız, hem de yenilikçiyiz'' diyerek “parti içinde birlik mesajı” vermişti. Baykal, asıl olarak “ben buradayım ve halen gücüm” diyordu. Çünkü cümle alem biliyordu ki, uzunca bir süredir yükselme ivmesi düşen Kılıçdaroğlu karşısında CHP’de arayışlar hızlanıyordu ve bu arayışların adresi şimdilik başka öne çıkan olmadığı için Baykal’dı. Nitekim, Genel Başkanlıktan istifa ettikten sonra, yalnızlaşan, bırakınız yan yana yürümeyi, “ne olur ne olmaz” diye anı fotoğraf karesine bile girmekten imtina edenler, şimdi yeniden “aynı karede” gözükmek için yoğun bir çaba içine girmişlerdi. Baykal’ın meclisteki kapısının bir süredir yeniden çekim merkezine dönüşmüş olması da bunu gösteriyordu…
Önemli ölçüde “zamanaşımına” uğrayan, bildik CHP tezlerini arka arkaya sıralayan Baykal’ın konuşmasının anlamı, konuşmanın içeriğinden ve biçimden, ayrıca klasik anlamda “parti içi demokrasi”den de bağımsız olarak asıl olarak hedefe Kılıçdaroğlu’nun oturtulduğunun resmidir. Kaldı ki; 113 milletvekilinin Baykal’ı dinlemiş olması önemlidir ve çok sıradan bir durum da değildir. Çünkü, işin doğrusu bundan 5-6 ay önce ne Baykal’ın böyle bir talebi olurdu, ne de 113 milletvekilinin Baykal’ı dinlemeye cesareti!
Özetle, hem “dışarda” Erdoğan’ın Ergin Saygun’u ziyareti ile “yeni bir dönemi başlatıyorum” demesi, hem de “içerde” Baykal’ın “yeni bir arayışın düğmesine basmış olması” önemliydi. Ancak bu gelişmelerden sonra işin doğrusu Kılıçdaroğlu’nun dünkü grup konuşması bu önemden oldukça uzak bir konuşmaydı
Kılıçdardaroğlu konuşmasını “ne yaparlarsa yapsınlar, rejimi değiştirmek için sizin vereceğiniz önerge TBMM'den CHP olduğu sürece asla ve asla geçemez” üzerine oturtmuştu. Ancak rejim çoktan değişmiş, atı alan Üsküdar’ı geçmişti! Ne Türkiye dünkü Türkiye, ne de rejim dünkü rejimdi. Devlet dediğiniz eğer, yargıysa, yürütmeyse, orduysa, polisse, üniversitelerse, eğitimse ve tabi bütün bunların hepsi kadar önemli olan Diyanet’se hepsi zaten teslim alınmış ve dönüştürülmüş durumda…
Erdoğan’ın Ergin Saygun’la el ele verilmiş fotoğrafının da, Kürt mesesindeki çözüm hamlelerinin anlamı da, yeni anayasa ve başkanlık sistemini geçirmek için “iktidar blokunu” genişletmedir. Erdoğan bir “normalleşme” algısı yaratmaya çalışıyor…. Hepsi bu! AKP’den de, feyz aldıkları siyasal İslamdan da asla demokrasi çıkmaz! Bunlar ana amaç için her şeyi yaparlar! CHP’nin de, Kılıçdaroğlu’nun da öncelikle bunu görmesi gerekiyor…
Bir davanın savcısı olacaksın, hukuğun hiçbir biçiminde bulamayacağın yöntemlerle yargılayacaksın, 18 yıla mahkum edeceksin, hasta olmasını sağlayacaksın, sonra da gelip elini tutup “geçmiş olsun” diyeceksin. O da yarı baygın halde de olsa bile dönüp sana “gelmekle zahmet ettiniz” diyecek… Resim bu kadar net!
“Her şey ve her yer” teslim alınmışken, yalnızca durum tespiti yapmak, Baykal’ın dünkü konuşması gibi bildik tezleri “yeniymiş gibi” sunmak ya da Kılıçdaroğlu gibi yalnızca eleştirmek artık yetmiyor. AKP’den kurtulmak ve yeni Türkiye’yi kurmak ise öncelikle dört konuda “köşeli” konuşmaktan geçiyor: Vatandaşlık tanımı, Kürt meselesi, yerel iktidarlar ve inanç özgürlüğü! Bir beşincisi de tereddütsüz Suriye konusunda alınacak tavırdır. Çünkü, “biz ne ondan ne bundan yana değiliz, Suriye halkının yanındayız” demenin pratik hiçbir karşılığı yok!