Cumhurbaşkanı İbni Haldun Üniversitesi açılış konuşmasında 18 Yıldır iktidarda olmasına rağmen 18 yıl sonra eğitim ve kültürde istediği iktidarı kuramadığını ifade etti.
Son söyleyeceğimi önceden söyleyeyim. “Tek kişiye itaat eden ve o kişiyi ikonlaştıran bir toplum yaratmak istiyorsanız dogmatizme sarılmak ve dini ritüellerini kendi amaçlarınıza yönlendirmek zorunluluktur.”
Toplumda ağırlıklı olarak hangi dini inançtan olursa olsun tek kişiye itaat etme yöntemleri benzerdir. En kolayı ve yaygını, dinin karanlık ve sonsuz bilinmezliğinden yararlanmaktır. Burada toplumun inancından bahsetmiyorum. Bahsettiğim Ülke Yönetiminde yıllara sarih kabul görmüş din olgusunun devlet yönetiminde kullanılmasıdır.
Aydınlanma devrimi bu olgunun yerine bilimi, aklı, tekniği ve estetiği hakim kılmak ve insancıl felsefeye uygun çağdaş bir toplum yaratmak içindir. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bireylerin yaratıcılığında ve bilimin rehberliğinde bu mümkündür. Dini referans alan toplumlar hür bireyler yetiştirememiştir. Aksine toplumu yönetenlere itaat eden bireyler istenmiş ve dini değerler hoyratça bu amaç için kullanılmıştır. Bu nedenle laiklik kavramı gelişmiş çağdaş toplumlar din ile devlet yönetimini ve bilimi birbirinden ayırmıştır. Devlet yönetiminde herhangi bir dinin referans alınmaması ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını esas alan bir düşünce devrimi çağdaş toplumlarda egemen olmuştur.
Cumhurbaşkanı “Külliye” olarak tanımladığı İbni Haldun Üniversitesinin 19 ekim 2020 tarihindeki açılış konuşmasında 18 yıl sonra yine eğitim reformundan bahsederken neyi kastettiği kimilerince anlaşılamamıştır.
Oysa Cumhurbaşkanı’nın daha önceki söylemleri ve Milli Eğitimde bugüne kadar yaşananlar, dine dayalı dindar nesil yetiştirme sevdası, toplumda gerici eğitim, kültür ve yapılanma örnekleri gözönüne alındığında ne anlatmak istediğini kavramak kolaydır.
En önemlisi kavramdan başlarsak “Külliye” kavramını Cumhurbaşkanı ısrarla kullanmaktadır. Bu kavram “laik” bir toplumda son derece tehlikeli ve dinin-dini değerlerin bilimden daha önce geldiğini ifade etmek için bir çağrışım yapmaktadır. Zaten “Evrim” teorisinin tüm kitaplardan ve müfredattan çıkartılması bu nedenledir.
İnternetten araştırdığımda; “Vakıf, kişinin dini, sosyal, ekonomik, psikolojik eğilimlerle taşınır veya taşınmaz mülkünü kamu ve özel mülkiyetten çıkarıp, toplum yararına dinsel, sosyal hizmetlerin yerine getirilmesi için kurulmuş tüzel bir kurumdur.” Vakıfların mülkiyet yapısı özelleştirmenin veya özel mülkiyetin bir başka türevidir. Her ne kadar toplum yararına dense bile bu göreceli olup bir çok vakfın kar amaçlı, denetimden yoksun, çalışmalarının toplum yararına değil ve hatta toplum zararına olduğu biliniyor. Tüm Özel Üniversitelerin Vakıf Üniversitesi olduğu gerçeğinden hareket edersek yıllık ortalama 100.000 TL ücretiyle yoksul kesimin bu kurumlardan yararlanması mümkünmüdür ?
Cumhurbaşkanı’nın “Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmek üzere çıkılan yolun Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması en büyük kayıptır.” “Batı dünyası tıptan sosyolojiye kadar ilhamını bizden almıştır. Fikri bir buhranın içindeyiz. Batı dünyasının hızla yükselen baskın gücü, bu konunun konuşulmasına dahi izin vermemiştir. Kontrolsüz bir Batılılaşma içindeyiz...” diye yaptığı açıklama gerçekçi değildir. Batı dünyası aydınlanma devrimini 18. Yüzyılda yapmıştır. Bu sürece kadar diğer medeniyetlerin oluşturduğu pek çok bilimsel, kültürel birikimlerden yararlanmıştır ve daha çok bilimsel ve kültürel gelişme için laik bir toplum gereksinimini keşfetmiştir. Batılı olmanın temel koşulu hür bir toplum, hür düşünce ve hür düşünen yurttaşlardır. Cumhurbaşkanı’nın “Kontrolsüz bir batılılaşma” deyimiyle her şeyin kontrol altında tutulduğu ve tutulmak istendiği bir anlayışı batılılaşma düzlemine kadar indirgediğini anlamak mümkündür.
Orhan Bursalı’nın Cumhuriyet Gazetesinde yazdığı makalede “Cumhurbaşkanı’nın “İlhamını bizden aldı” diyerek kastettiği, üniversiteye adını veren İbn-i Haldun ve İbni Sina, İbn-i Hayyan, El Harizmî, El Kindî, Zekeriyya el Razî, El Battanî, Farabî, İbn-i Heysem, El Birunî gibi, 800 - 1200 yılları arasındaki dünya uygarlığına damgasını vurmuş, Yunan - Hint bilimini alarak geliştirmiş ve evrensel büyük katkılarda bulunmuş bilim insanlarını ise haklıdır” anlatımını kabul etmekle birlikte niyet onları kastederek batılılaşmayı aşağılamak ise bu kabul edilemez.
Bilim, teknik, sanat ve kültür durağan değildir. Hepsi ve de herşey bir önceki birikimlerin üzerine koyarak gelişir. Osmanlı uzun süre bilim ve teknikten uzak kalmıştır. Osmanlı’nın Bilim Dünyasına katkıda bulunmuş önemli bir ismi varmıdır ? Yoktur.
Orhan Bursalı köşe yazısında şu şekilde açıklamıştır : “İktidar cenahının okumuş yazmışların da bir “Batı taklitçiliği” lafı var. Cumhurbaşkanı ve yazıcıları bunu kullanıyor. Taklit bir öğrenme sürecidir. İnsan papağan değil. Yukarıda sözünü ettiğimiz uygarlığı (İslam dünyası bilginlerinden öğrenerek üretilen) ortaçağın başından itibaren alıp geliştiren, Avrupalı bilimciler, sanatçılar, düşünürler oldu. Rönesans, aydınlanma ve bilimsel teknolojik devrimlerle isimlendiriyoruz. Ki Batı’nın tüm üstünlükleri bunlardan doğdu! Gerçi “Batı taklitçiliği” diye Türkiye bilimi vb. ile birlikte “Batı” da aşağılanıyor. Hür insanlarımız 100 yılda ancak öğrenerek katkılarda bulunabildiler. Çünkü Osmanlı’dan “aklı hür, vicdanı hür, fikri hür” hiçbir bilimsel kültür, yaratıcılık, bilgi, kuram, uygar düşünce devralmadılar. Tek bir evrensel adı geçen Osmanlı bilimcisi yoktur. 700 yıl boyunca! Cumhuriyet sıfırdan hepsini inşa etmek zorunda kaldı”.
Osmanlı bu çaresizliği yenebilmek için Batılılaşma Hareketine aslında ‘Lale Devriyle’ başlamış, Tanzimat’la Sultan Abdulmecit zamanında devlet eliyle resmileştirilmiştir. Abdulmecit ve daha sonra gelen tüm Osmanlı Padişahları batılılaşma hamlesini devam ettirmiştir. Siyasi amaçla ismini kullandıkları ve yanlış algı oluşturdukları 2.Abdülhamit Batılılaşma sürecini devam ettirmiştir. Osmanlı’da geri kalmanın asıl nedeninin bilimden ve eğitimden geçtiği görülmüş ve eğitimde Batılılaşma adımları atılmaya başlanmıştır. Anadolu’ya yayılacak şekilde modern tarzda tüm okulların açılması için gayret edilmiştir. Demiryolları, telefon, telgraf ve otomobil o dönemlerde ülkeye gelmiştir.
Cumhurbaşkanı’nın Osmanlı’nın bilimsel çalışmalara son derece kapalı olduğunu ve sınırlı kaldığını biliyor olması gerekir. Bu anlamda var olan Medrese, Külliye ve diğer eğitim yerlerinin günümüz laik ve bilimsel eğitimle hiçbir bağlantısı olamaz. O zaman Cumhurbaşkanı’nın yapmak istediği, söylemek istediği nedir ? Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’na aday olduğunu açıkladıktan sonra kendini överken “Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır” demiştir.
Peki, 18 yıl boyunca, Batı bilimini, felsefesini, düşüncesini aşmak ve Türkiye’yi onların üzerine çıkarmak için ne yaptınız? Hiçbir şey… Eğitimde Dünya genelinde geriye gitmekten öte pek bir şey yoktur. Şimdi geriye dönüp sadece eğitimle ilgili geçmişte yapılanlara bakarsak Cumhurbaşkanı’nın ne demek istediğini daha iyi anlayacağız :
1-Laik eğitim din ağırlıklı eğitime dönüştürüldü. Önce Kuran kursları ile işe başlandı. Kaçak kurs açanlar ile burada öğreticilik yapanların cezaları kaldırıldı. Kuran kurslarına katılma yaş sınırlaması kaldırıldı. Okullarda, öğrenci yurtlarında ve kamu kurumlarında kurs açılması sağlandı. Kuran kurslarının denetimine son verildi.
2-İmam hatip ortaokulları yeniden açıldı. İmam hatip liselerinin sayısı hızla arttı. Devlete bağlı lise sayıları 5 yılda 9 bin 521’den 8 bin 914’e düşerken imam hatip liseleri sayısı 854’ten 1.610’a yükseldi. İmam hatiplerde derslik başına düşen öğrenci sayısı ise 28’den 14'e düşürüldü. Genel/düz liseler kaldırılarak, Anadolu, fen vs gibi liseleri kazanamayan gençlerimizin imam hatip liselerinde okumaları zorunlu duruma getirildi. Başarılı öğrencilerin imam hatiplere yönlendirilmesi için genelgeler gönderildi. Müfredatla oynanarak ve farklı katsayı uygulaması kaldırılarak imam hatip liselerini bitirenlere yükseköğretimin tüm programlarında okuma olanağı sağlandı.
3-Kuran ve Peygamberin hayatı dersleri konularak ve fiiliyatta zorunlu duruma getirilerek tüm eğitim-öğretim imam hatipleştirildi.
4-Türban anaokulu, ilk, orta diğer okullarda, hukuk ve Anayasa dolanılarak fiilen serbest bırakıldı. Anayasal görevini yerine getirenler cezalandırıldı. Daha ilkokula başlamamış çocuklar tarikatların kucağına bırakıldı.
5-Zorunlu öğretim önce 12 yıla çıkarılırken kesintili duruma getirilip açık lise olanağı sunularak, lise çağına gelmiş kız çocuklarının evlerine kapatılmasının önü açıldı. Çocuk gelinlerde patlama yaşandı.
6-Milli Eğitim Bakanlığı hemen tüm programlarını Diyanet İşleri Başkanlığı ve dinci vakıflarla birlikte yapar oldu. Müfredattan ve kitaplardan Atatürk ilke ve devrimi ile felsefe dersleri; okullardan Atatürk köşeleri kaldırıldı. Öğrenciler topluca Cuma namazına götürülür oldu. Liselerde mescit açılmaya başlandı. Özel okullarda sağlık birimi açılması isteğe bırakılırken ibadethane açılması zorunlu kılındı.
7-İlahiyat fakültelerinin okul ve öğrenci sayıları inanılmaz ölçüde artırıldı. İlahiyat fakülteleri ile yetinilmeyerek İslami ilimler fakülteleri açılmaya başlandı. 8. Avrasya İslam Şurası kararının gereği yerine getirilerek, İstanbul’da Uluslararası İslam Üniversitesi kurulması için yasa tasarısı hazırlandı.
8-YÖK’e ve üniversite yönetimlerine AKP ölçütlerine uygun kişiler atandı. Türbana selam duran, selam durmayanları cezalandıran, “Siz görevi Atatürk’ten değil, ancak benden alırsınız” ya da “Sıkıysa AKP’li olmayın” diyen rektörler türedi.
9-Tüm eğitim kurumlarında müfredat başta evrim teorisi olmak üzere bilimden uzaklaştırıldı. Hurafe ve batıl hikayelerle eğitim kalitesi düşürüldü.
- bilim yuvası olmaktan çıkıp medreseye dönüştü. Bunu öneren öğretim üyeleri alkışlandı. Medreseye dönüşü hızlandırmak için dinci vakıfların üniversite kurmasına yeşil ışık yakıldı. Üniversitelerde Said-i Nursi kürsüleri kuruldu. Atatürkçü Düşünce Topluluklarının etkinlikleri engellendi hatta bu Topluluklar dağıtılmaya başlandı. El Ezher gibi şeriat öğretimi yapan üniversitelere denklik verilmeye başlandı. Sosyal tesislere içki yasağı getirildi. Camii ya da mescidi olmayan üniversite neredeyse kalmadı.
11-Devlet yurt yapmayıp gençlerimizi cemaat-tarikat yurtlarına mahkûm etti. Devlet üniversiteleri bile resmi web sayfalarında öğrencileri tarikat yurtlarına yönlendirmekten çekinmez oldu. Yurtlara imam görevlendirildi.
12-Dindar, dinci, lümpen Parti gençliğin yetiştirilmesi için bir yandan imam hatip açılmasına hız verilirken, bir yandan da TÜRGEV kuruldu. Erdoğan ailesinin yönetiminde olduğu TÜRGEV, “AK gençliği” yetiştirmek için kolları sıvadı. Vakfa yardım yağarken, belediyeler kamu arazilerini tahsis için yarışa girdi. Vakfın çok sayıda okul ve yurt yapması, Cemaatin kendine uygun gençlik yetiştirmek için başlangıçta yaptıklarını anımsattı.
13-Kamusal bir hizmet olan ve kamu tarafından finanse edilmesi gereken Eğitim hızla özelleştirildi. Özel okul oranı 10 katına çıktı. Kamu kaynakları özelleştirme yani sermaye sahiplerine aktarıldı. Özelleştirmeyi özendirmek için Kamu Eğitim kurumlarının kalitesi düşürüldü.
14-Özel okulların, AKP döneminde resmi eğitimdeki aynılaştırıcı, dinci, özümseyici, arındırıcı pratikleri nedeniyle bir kaçış alanı olduğu görülüyor. Ne var ki siyasetteki kutuplaşmaya bağlı olarak özel okullar da birbirinden ayrıldı. Farklı kanaatlere bakılırsa okul sermayesinin genel karakterine göre okullara yüklenen nitelikler farklılaştı. Özel okullar, kimilerine göre daha “dindar”, kimilerine göre daha seküler, cinsiyetçi karakteri daha düşük, daha ‘hür’ (!), kimlik ve anadillerine daha duyarlı, daha çağdaşmış algısı ile hem devlet politikası olarak hem de emeğin orta katmanlarından gelen bir taban tarafından desteklenir hale geldi.
15-Pandemi döneminde yoksul kesimin eğitime ulaşması olanaksız hale geldi.
Daha neler neler… Zaten hep deneme yanılma ile Eğitim sistemimiz yaz boz tahtasından daha kötü oldu. Milli Eğitim Bakanının bile haberi olmadığı 4+4+4 sistemini hatılarsınız. Liseler birden 4 yıla çıktı. Yıllara sarih olarak oturtulan Yabancı Dil Hazırlık sınıfları kaldırıldı.
Bunların hepsi Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “Batı Taklitçiliğinden” kurtulmak için mi ? Cumhurbaşkanının bahsettiği eğitim ve kültür reformu ne olabilir ? Cumhurbaşkanı ; “Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Fikri iktidar yolu zor ve zahmetli bir süreçtir. Bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum. 18 yılda her alanda tarihi hizmetlere imza attığımızı ama eğitim, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum.” Diyerek eğitim sisteminde bunca bozulmayı az mı görüyor ? Eğitim adına bunca bilimden yoksun yapılanlar Ülkeyi nereye götürüyor diye hiç düşünüyor mu ?
Cumhurbaşkanı bu söylemiyle acaba, tek kişiye itaat eden ve o kişiyi ikonlaştıran bir toplum yaratmak isteniyor, bu nedenle dogmatizme daha fazla sarılmak ve dini ritüellerin daha fazla kullanıldığı bir eğitim sistemini mi düşünüyor” diye kendime soruyorum.