İzmir’deki deprem hepimizi üzdü. Depremi can ve mal kaybı vererek yaşadık. İzmir Depremselliği ve yapılması gerekenlerle ilgili her şey biliniyor. İzmir’in ilgili kurumlarında bu bilgi ve dökümanlar çok sayıda var. Şair ne demiş :

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif.”.

“Deprem dökümanlarına ulaşabilecek kadar yakınsın,

Dökümanlardaki bilgileri uygulayabilece kadar uzak”

DSİ’de Bölge Müdür Yardımcılığı görevindeyken daha sonra AFAD olacak “Sivil Savunma Birimi”nin yönetimini üstlenmiştim. Yine aynı yıllarda Makine Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı olarak İzmir Depremi ve senaryolarıyla ilgili pek çok  etkinliğe, çalışmaya ve senaryoya katıldım. Özellikle 1999 Depremi ve sonrasında İzmir’deki Deprem ile ilgili Kamu Kurumları, Meslek Odaları, Belediyeler, İl Özel İdare, Sivil Toplum Kuruluşları olası bir İzmir Depremi ile ilgili çok sayıda bilimsel ve teknik çalışma yapmış, raporlar ve planlar hazırlamış, tatbikatlar yapmıştır.  Herşey bizde gizli… Herşeyi biliyoruz… Sorunun çözümünü de, sonucun ne olacağını da…  

30 Ekim 2020’ deki İzmir Depreminden sonra çok şey söylendi ve çok şey yazıldı. Yazılmaya da devam ediyor. Her konuda çok sayıda uzmandan yazı okuduk veya Tv haberi dinledik.Tarihsel süreç içinde yaşanan depremlerden tutun da, fay hatlarından, yapı stoğundan ve kalitesinden, deprem önleme işlemlerinden, deprem çantasından, müteahhit hatalarından, malzeme kalitesinden, işçilikten, Akut ve Afad’ın üstün çalışmalarından, kurtarma haberlerinden, dramatik anlardan, sağlık ekiplerinin üstün gayretlerinden, büyük büyük yetkili bakanların enkazdaki görüntülerine kadar her şey yazıldı ve gösterildi…

Eee, artık ne olacak. Şimdi ne yapılmalı;

En yetkili ağız olarak Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, yaptığı açıklamada, “Tüm Türkiye'ye sesleniyorum. Riskli binalarımızın tespitlerini yaptıralım, riskli binalarda oturmayalım” diyor...

Gülermisin ağlarmısın ? Şehircilik Bakanı şaka mı yapıyor acaba diyerek beyanatı okuyorum şaka falan yapmıyor. Ciddi ciddi bunu söylüyor.

“Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin.”

“Ne kadar yıkım olursa olsun  ölümcül

Bakan’ın gördüğü kadardır çözüm”


Sorular aklımdan bir bir geçiyor.

1-Binaların risk tespitlerini kim yapacak. Kamusal bir hizmet olarak devlet şefkati ile mi olacak yoksa özel sektörün kâr isteğinin kucağına mı atacaksınız. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinde yeterli donanım ve insan kaynağı var mı ?

2-Risk tespitlerinin yapılması için yeterli sayıda teknik eleman ve akredite edilmiş kurum var mı ? Var olan risk tespit firmaları kendileri riski almamak için güçlendirilerek korunabilecek yapılara riskli ve yıkılmalıdır deme olasılığı ne kadardır ?

3-Tespitlerin ücretini kim ödeyecek. Bunca fakirlik varken özel sektörde 100 m2 lik daire başına takriben 1.000-1.500 TL ödemeyi kim ve nasıl yapacaklar.

4-Piyasada Risk tespiti yapabileceğini söyleyen pek çok özel kuruluş varken vatandaşa bırakırsanız seçimi nasıl yapacaklar.

5-Varsayalım riskli yapı çıktı, üç ay içinde oturanlar evlerini boşaltmak için nasıl organize olacaklar. Yapımcı olarak nasıl ve kime güvenecekler. Barınma sorununu nasıl çözecekler. Yükleniciye 100 m2 yer inşaatı için takriben 200-300 bin TL ödemeyi nasıl yapacaklar ?

6-İmar Yönetmeliği varsayılan bağımsız bölüm sayısı kadar yer çıkmasına izin vermiyor ise ne çözüm olacak ?

7-Tasarımlar orada oturanların yaşam alışkanlıklarına ne kadar uygun olacaktır ?

8- Bir parselde birden fazla yapı bulunması ve bu yapılardan bir kısmının riskli yapı olarak tespit edilmiş olması halinde, risk tespiti yaptırılmayan diğer yapıların durumu ne olacak ?

9- Bina ile üzerinde bulunduğu arsa farklı kişilere ait ise ne yapılması gerekecek ?

10- Yıkılıp yapılan yerlerdeki konut sayısının artmasıyla oluşacak yoğunluk artışı nedeniyle kent daha da yaşanmaz bir hale gelmeyecek mi ? Konut sayısının arttığı bu yerlerde yetersiz yollar, yetersiz otoparklar, yükü çekemeyen kanalizasyon şebekesi, yetersiz elektrik şebekesi yetersiz  park ve yeşil alanlar, yetersiz soysal donatı alanları, yetersiz okul alanı v.b.sorununu nasıl çözeceksiniz ?

11-Sadece yıkıp ve yerine yeni bina yapmak mantığı ile; Kent sıcaklıklarının artması, ısı adalarının oluşması, doğa alanlarının tahrip edilmesi ve hava kirliliği eko sistemin bozulması ve insan yaşamının olumsuz etkilenmesine ne gibi önlemler alacaksınız ?

12-Deprem afetine hazırlanma amacıyla yapıldığı belirtilen kentsel dönüşüm ve riskli yapıların yeniden yapılması uygulamaları nedeniyle afet risklerinin artmasını, kentsel yapılaşmanın geçirimsiz yüzeyler yaratmasını, 20-30 metre derinlikte yapılan kazılar ile doğal drenaj sisteminin bozulmasını, bunun sonucu olarak kentimizin su baskınına maruz kalmasını nasıl önleyeceksiniz ?

13-Parsel bazında yık-yap anlayışı ile konut alanları küçülmesini nasıl önleyeceksiniz ? Çözüm olarak arttırılan konut sayısı, yoğunluk ve yüksekliklerle kentleşme ilkeleri yok sayılmıyor mu ? Nüfus artışı ile birlikte, kentler telafisi zor fiziki ve demografik değişimlerin nesnesi olmayacak mı ?

14-Yık-yap gibi şehircilik yönünden ilkel bir yöntem yerine olumsuzlukları fırsat sayarak bölgesel planlama ile akıllı kent pilot uygulamasını düşünmüyor musunuz ?

15-İmar Barışı ile riskli yapı ve kentsel dönüşüm sorununun daha karmaşık ve daha çözümsüz hale geldiğini görebiliyormusunuz ?

Ne kadar çok soru sormuşum. Daha bunun çok sayıda soru sorulabilir. “Riskli binada oturmayalım” dedikten sonra çözüm sunmayan bir Bakan olursa soru çok oluyor.

Depremde en çok gayretli kurumlardan biri de İzmir Büyükşehir Belediyesi oldu. Belediye bugün “İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması” adıyla bir etkinlik düzenledi. Mevcut pek çok bilginin hafızalarda yenilenmesi ve görüşlerin billurlaşması yönünden yararlı bir organizasyon. Basından edindiğim bilgilerle Çevre ve Şehircilik Bakanı, İzmir Valisi ve İzmir Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı toplantıya çağrılı olmalarına rağmen katılmamışlar.

Ne diyelim Bakan, Vali ve AFAD Başkanına…

“Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..”

“Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın”

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in toplantıdaki konuşmasında; “yerel yönetim reformu çağrısı yaparak” görüşlerini şu şekilde açıklamış ; mevcut Afet Kanunu 1959 yılındaki kanun, Mevcut İmar Kanunu ise 1985 yılındaki haliyle aynı duruyor. Günümüz kentleşmesine bakıldığında bu iki yasanın tekrar ele alınması gerektiğini görüyoruz. Afet durumundaki yasal mevzuat ise yeni bir yerel yönetim reformuna ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Afetle mücadele yerelde başlayıp yerelde kazanılıyor. Afet kanunu belediyeleri temel alacak şekilde yeniden yapılandırılmalı. Afet risklerini azaltmanın en önemli araçlarından biri de kentsel dönüşüm. Kentsel dönüşüm için yerel bir kanun oluşturulması, belediyelerinde yetki ve etkinliğinin artırılması kaçınılmaz bir durumdur. Bu koşullar altında afetlere hazırlık, acil müdahale etkilerinin azaltılması gibi tüm süreçlerde hepimiz ortak akıllarda birleşmeliyiz. Bu konularda katılımcı olmayan hiçbir süreçten başarılı olması beklenemez. TMMOB bu durumları ilke edinmiş bir meslek odası. Üniversiteleri ve TMMOB’u sürecin dışında bırakarak afet önlemlerinde başarılı olmak mümkün değildir. Tam da bu yüzden İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması adını verdik. İzmir depremi hem merkezi hem yerel yönetimler için bir süre sonra hiçbir şey yokmuş gibi davrandığımız bir sürecin devamı olmaz. Aksine çok daha bilinçli politikalar üreteceğimiz bir milat olur.”

Toplantıya katılan TMMOB Başkanı Emin Koramaz’a kulak vermek gerekir. Basından edindiğim bilgiye göre TMMOB Genel Başkanı Emin Koramaz’ın açıklamaları da şöyle:
“TMMOB olarak bizde depremin ardından İzmir öznelinde bazı çalışmalar yaptık. TMMOB İzmir İKK’nın bölgeye yönelik yaptığı ilk gözlem raporunu kamuoyuyla paylaştık. Mühendislik, mimarlık ve şehir plancıları olarak ilk andan beri bilgi ve birikimimizi paylaşmak istedik. İzmir Valiliği hasar tespit çalışmasına katılmak adına İzmir’deki odalarımızın talebini reddetti. İzmir Valiliği’nin bu tutumu düşündürücüdür ve bu tavrı şiddetle kınıyorum. Bu ülkede mühendislerin, mimarların ve şehir plancılarının, uygun olmayan yerleşim alanlarının ve tarım alanlarının yapılaşmaya açılmaması konusundaki uyarıları dikkate alınmamıştır. Bu konuda yapmış olduğumuz çalışmalara gerekli önem verilmiyor. Bizler bu ülkenin mühendisleri olarak üzerimize düşen sorumluluğu, hiçbir çıkar beklemeden halkın çıkarı için çalışmaya gönüllüyüz. Bu tip çalışmaları yapmak için siyasiler tarafından görevlendirilmek gerekmediğini biliyoruz. Bundan sonra İzmir Valiliği istese de istemese de bu sorumluluk duygusuyla hareket etmeye devam edeceğiz. Uzman ekiplerimiz tarafından yurttaşların talebi üzerine ücretsiz hasar tespiti yapılmaktadır.

Güvenli ve sağlıklı yapılarda yaşama hakkı en temel insan hakkıdır ve bir devletin asli görevidir. Depremin hasarlarını en aza indirecek köklü önlemler bir türlü alınmıyor. Her depremden sonra siyasilerden hamasi nutuk dinliyoruz. Türkiye’de rant hırsı insan yaşamına, bilime, akla galip geliyor. 1999 depreminden sonra doğal afetlerde kullanılmak üzere geçici olarak iki farklı vergi konuldu. Bu vergiler önce kanunlarla uzatıldı, sonra kalıcı hale getirildi. Peki bu kadar yıldır toplanan paralara ne oldu?
Deprem sonrasında kullanılmak üzere toplanma alanlarının oluşturulması lazım. Mevcut deprem alanları rant uğruna imar kanunu çıkarılarak yapılaşmaya açıldı ve AVM’lere dönüştü. Kentsel dönüşümde afet riski taşıyan yapıların güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılması gerekirken, o bölgelere rant getirmesi için yapılar yapıldı. Kamusal olması gereken yapı denetimi ticarileşti ve yapı denetim firmalarına devredildi. Odalarımız bu süreçlerin hepsinden dışlandı. 1999 depreminden sonra yeni bir yönetmelik çıkarıldı. Yapı kalitesinde görece bir iyileşme sağlansa da denetim sürecindeki eksiklikler olduğu için 1999 yılından sonra yapılan yapıları da tamamen güvenli görmüyoruz. Türkiye’deki tüm yapı stokunun tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor.

Arama kurtarma ekipleri takdir edilecek bir çalışma sergilemiştir. Fakat hem merkezi düzeydeki hem de yerel düzeydeki kurumlar arasındaki iletişimin kopukluğu tartışmalı noktadadır. İzmir’de yaşadığımız deprem uyarıcı niteliktedir. İzmir’de gerçekleşen bu deprem, olması beklenen depremin 4’te 1 düzeyindedir. Deprem bu şiddetiyle bile birçok kayıplara neden olmuştur. Doğa bizlere bedeli ağır olsa da güçlü bir mesaj vermiştir. Bunu anlamamız gerekiyor.
İmar planlarının afet riskine göre hazırlanmasına, halkın deprem konusunda eğitilmesine ihtiyacımız var. Depreme hazırlıklı olmak bir devlet politikasıdır. Devlet kurumlarının ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğudur. Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlanmalıdır. Mühendis, mimar ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz bir biçimde uygulanmasıdır. İmar afları yasaklanmalıdır. Kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten bir eylem planı yapılmalıdır. Kamusal yapılanmalarda TMMOB ve bağlı odalar temsil edilmelidir. Her doğa olayının felakete dönüşmesinin ardında rantsal düşünceler yatmaktadır. Bu doğal afetlerdeki kayıplara karşı çözüm, mücadeleyi ve dayanışmayı büyütmekten geçmektedir.”

“Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...”

 “İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı” na değineceğim bir sonraki yazımızda buluşmak dileğiyle sağlıklı, huzurlu bir yaşam diliyorum sevgili okurlarım.