Öncelikle açıklayayım; yakın çevremizde devam eden küresel sermayenin emperyal çıkarlarına yönelik savaşlardan büyük kaygı duyuyorum.

Ülkelerin işgal edilerek yaşayan yoksul halkın yaşamlarına son verilmesinin hiçbir haklılığı olamaz. Savaş hiçbir şekilde kabul etmediğimiz bir durumdur.

Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim sıcak çatışmaya dönüşmüştür. 

Dünya tarihi göstermiştir ki; savaşların kaybedenleri ülkelerin emekçileri ve yoksul halklarıdır. Emperyalist yayılmacı projeler dünya emekçileri için yıkım, dünya halkları için felaket demektir. 

Ben İnanıyorum ki; dünyanın savaşa değil; insanlığa, istihdama ve barışa yatırım yapılmasına ihtiyacı var! 

Rusya’nın saldırılarını hemen ve kayıtsız şartsız  durdurmasını, ateşkes ilan edilmesini, müzakere masasına oturulmasını gerektiğine inanıyorum.

Ayrıca; NATO ve emperyal niyetli tüm ülkelerin yayılmacı politikalarından vazgeçmesini istiyorum.Yarattıkları savaş ekonomisinin krizini savaşa daha fazla bütçe ayırarak, halkları zorla yerinden ederek, yerinden edilen insanların yoluna tel örgüler çekerek yönetenlere bir kez daha  hep birlikte seslenmeliyiz: Silahları susturun; saldırılara son verin!

Ülkemizle ilgili açıklamalarım ise;

Öncelikle zeytinime dokunma diyorum. Zeytin dalı barışı, altın renkli yağı ile huzuru ve mutluluğu sembolize eder. Haydi hep birlikte “Zeytinimize dokunmayın” diyelim.

Şimdi ise size zaten bildiğiniz bazı gazete başlıklarını hatırlatmak istiyorum

Diyor ki : Manisa'da atama beklerken fabrikada çalışmaya başlayan 25 yaşındaki öğretmen iş kazası sonucu hayatını kaybetti.

Diyor ki: Kahreden görüntüler ! Atama bekleyen iki öğretmen ölüme yürüdü  !

Diyor ki: Öğretmenlik mezunuyum iş bulamıyorum?

Diyor ki : Koronaya yakalanan ücretli öğretmenin maaşında kesinti yapıldı.

Diyor ki : İlginç iddia ! Veliler isyan etti… İzmir’de tecavüz olayında yeni gelişme…

Diyor ki :Veliler isyanda! Bir silgi 5 TL oldu

Diyor ki : Eğitimde 4+4+4 sistemine geçilmesinin ardından İstanbul’da 19 ilköğretim okulunda daha önce hayata geçirilen etüt ve beslenme uygulamasına son verildi.

Diyor ki : Özel Okullara zam    Diyor ki : Özel Okulların payı 20 yılda yüzde 1300 arttı.

Diyor ki: MEB’in önceliği yine imam hatip – LGS sonucunda sınavla girilebilecek liselerde en büyük artış yine imam hatiplerde oldu. 641 imam hatibe karşın fen lisesi sayısı 320, Anadolu lisesi sayısı ise yalnızca 374 oldu. En çok imam hatip ise İstanbul’da bulunuyor.

Diyor ki : Kamu kaynakları özele bağlandı - Salgın döneminde öğrencileri yalnız bırakan AKP yine özel okulları tercih etti. 

Diyor ki :Özel okullara verilecek teşvikler açıklandı. Halkın vergileriyle oluşan kaynaklar özel okullara aktarılıyor.

Diyor ki : AKP önünü açtı: Cemaat yurtlarında taciz, tecavüz, intihar

Diyor ki : Kamu sınavında ‘yandaş’ soruları soruluyor.

Diyor ki : Milletvekili ‘LGS’de sorular çalındı’ diyerek suç duyurusunda bulundu.

Diyor ki : Cemaat, 11 yıl boyunca ÖSYM bilgisayarlarını kopyaladı; neredeyse bütün kamu sınavlarında çalınan sorularla 500 bin kişi devlete sokuldu!

Bildiğiniz daha yüzlerce manşet var benzer şekilde… Hepimiz bunları her gün okuyoruz. 

Bu manşetlerin nedeni nedir : Biraz düşünelim, acaba nedeni nedir ? 

Çünkü; Türkiye’de İktidarın tercih ettiği politikalar nedeniyle giderek derinleşen ekonomik, siyasal, toplumsal kriz toplumun tüm kesimlerine yayılan derin bir yoksullaşmayı da beraberinde getirmiştir ve getirmektedir.

Yani, Bu günümüz yarınımızdan daha iyi durumdadır.

Uzayan ekmek kuyrukları, daha ucuzunu bulabilmek için akşamı beklenen pazarlar, tane ile alışveriş, pahalı olduğu için alınamayan en temel ihtiyaçlardan süt, peynir ve her şey…

Son günlerde yoksulluğun ve yokluğun resmini yaşıyoruz. 

Bu resim acının, açlığın, yokluğun, yoksulluğun, çaresizliğin resmidir.

Emeğiyle geçinen, geçinmek için çalıştığı her ana, güne ihtiyaç duyan milyonlarca ücretli için asgari ücretin ortalama ücret haline getirilmesinin resmidir.

Gerçek enflasyonun yüksekliğinin, doğalgaz, elektrik, gıda, ulaşım, eğitim  gibi temel ihtiyaçlara fahiş zamların resmidir.

Konut fiyat ve kiralarında fahiş artışların resmidir.

Asgari ücretin açıklanmasından sonraki daha ilk ayda açlık sınırının altında kaldığının resmidir.

Cumhuriyet tarihinin rekorlarını kıran işsizliğin resmidir.

Geçinmek için hiç bir imkanı olmayan büyük bir kitlenin yaratılmasının resmidir.

Emeğiyle geçinenlerin ücretlerini aşağı çekmenin, güvencesizliğin, esnek çalışmanın, kölece çalışma koşullarını dayatmanın resmidir.

Bu resmi seyrettirmek için Kuşkusuz rejiminin otoriterleşmesi kaçınılmazdı.

Bu resmi seyrettirmek için Eğitim sistemini kullanmak ve kendi anlayışlarına uygun olarak değişitmek gerekiyordu ki; nitekim defalarca değiştirdiler. 

Eğitimimiz milli olmaktan çıkartılarak otoriter rejimin devamının eğitimi haline getirdiler.

Bu süreçte Eğitim en çok etkilenen, en çok bozulan, en çok ulaşılması zor olan bir hale gelmiştir.

Geniş halk kesimleri eğitime ulaşamaz hale gelmiş, ne olduğu belli olmayan pek çok gerici kurumların kucağına itilmiştir. 

Bu politikaların son 20 yıl içinde daha fazla olmak üzere çok daha sıkı ve saldırgan bir biçimde uygulanması sonucu Eğitim kurumları dahil cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirme dalgası yaşanmıştır. Kamu kurum ve kuruluşlarının yanı sıra iletişim, ulaşım, enerji, sağlık ve eğitim gibi temel kamusal hizmetler piyasaya açılmıştır.

Parası olmayanın eğitime ve bu hizmetlere ulaşamamasının ve en temel hak ve özgürlüklerinden yoksun kalmasının yanı sıra özelleştirmeler; emek rejiminin otoriterleşmesi, esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, ücretlerin düşmesi, emekçilerin dayanışma ve örgütlenme olanaklarının ortadan kaldırılmasında da kritik bir rol oynamaktadır.

Eşitsizlik “fıtrattan” olduğu bizlere dayatılmak istenmektedir. Eşitsizlik Fıtrat değilidr, Eşitsizlik bu iktidarın politikalarından kaynaklanmaktadır.

Çalışanların, emekçilerin haklarını almanın unsuru olarak fetvalar verilmeye başladı. Bu fetvalara toplumu inandırmak için imam hatipler dahil her türlü gerici eğitim kurumlar ve kampanyalar desteklenmektedir. Dinselleştirme politikaları eşitsizlikleri doğallaştırmak üzere işletilmektedir.

Bir iki örnek vermek istiyorum:

İstanbul müftülüğünün 2014 yılındaki bir fetvası “İş güvenliği önlemlerinin fazlaca alınmış olması Allah’ın güvenini sarsar”. 

Düzce’de sendikalaşmaları nedeniyle işten atılan işçiler için gerçekleştirilen direnişe dair müftülüğün “karlılığı azaltıcı davranışlarda bulunmak çalışanı ağır mesuliyet altına sokar, patronun karını azaltmak en büyük günahlardan biridir” 

Bu fatvalarla Emekçilerin deneyimlediği sömürünün, yoksulluğun, eşitsizliğin kaynağı aşkınsallık algısının toplumda kabul edilmesine çalışılıyor.

Yoksulluk, açlık bu dünyada verilmesi gereken bir sınav, sınama olarak gösteriliyor. Yani iş cinayetleri fıtrata, işsizlik beceriksizliğe, düşük ücretler kendine yeterince yatırım yapmamaya, eğitime ulaşamama kadere, sömürü ve eşitsizlikler, sonucu ancak ölümle alınabilecek bir sınamaya bağlanıveriyor. Gerçek bu değildir.

Eğitim sisteminde yapılan değişikliklerle itaatkar, dindar ve kindar nesiller yetiştirme hedefi ile sermayenin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünü sağlama arsında ve rejimin otorotileştirilmesi arasındaki ilişkiyi de anlamak gerekir.

Ne yapmalıyız dersek aklımıza gelenleri kısaca sıralamak istiyorum :

Ülkemizde demokrasi, adalet, eğitlik ve laiklik isteğindeki tüm demokrasi güçlerinin birlikte üretme ve birlikte mücadele etmesi için ilkeli bir şekilde özveriyle çalışılmalıdır.

Örgütlerin birlikte hareket etme reflekslerinin gelişmesine çaba gösterilmelidir. 

Bu mücadeleyi  kişilerin kendi kişisel ikbalinin merkezine almasına izin verilmemelidir.   

Eğitime herkesin erişebilmesi için özelleştirmeye karşı çıkmak ve eğitimin kamusal bir hizmet olduğu bilinciyle hareket edilmelidir.

Bu bağlamda demokrasiye inanmış tüm eğitim örgütleriyle, bilim adamlarıyla, uygulayıcılarla, yerel yönetimlerle birlikte ve eğitimcilerin önderliğinde  aydınlanma devrimini yeniden başlatabilecek, Türkiye’de eğitim ve kültür devriminin önünü açacak, yol gösterecek çalışmalara başlanmasının doğru olduğunu düşünüyorum. 

Yani; sorunlar daha en baştan onlara yol açan paradigma içinde kalarak çözülemez. 

Gerçek bir eğitim ancak eşitlik ve özgürlükle, adil bir şekilde ve eğitim emekçilerin kurucu öznesi olduğu, başka bir eğitim mümkün şiarıyla, yaşama geçirmemizle mümkün olacaktır. 

Şunu iyi biliyoruz ki ; Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez.

Bu bağlamda; Akıl ve bilimiden yana, laik-demokratik bilimsel eğitimi temel alan  ilk, ortaöğrenim ve yüksek öğrenim sistemi ülkemiz gerçeklerine uygun olarak planlı bir şekilde yeniden kurulumalıdır.

Üniversitelerin özerk ve demokratik bir şekilde çağdaş bilime uygun araştırma yapabilecek, nitelikli kurumlar haline getirilmesi  gerekmektedir.

Türkiye’nin önemli bir deneyimi olan Köy Enstitüleri anlayışı, felsefesi ve  kazanımları da günümüz gerçeklerine uygun olarak eğitim reformuna uyarlanmalıdır.

Aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddeti İnsan Hakları sorunu olarak görmeliyiz. Kadın, aile ve kadının yaşamdaki üretken yerini almasını toplumsal kültür ve eğitimin bir parçası olarak görmeli ve bunun için seferberlik yapılmalıdır.Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesini çok önemsemeliyiz.

Dünya Emekçi Kadınlar günü de gelmiş. Kadın erkek çocuk hep birlikte bu günü kutlayalım. Aslında bu gün hepimizin günü olmalı diye düşünüyorum çünkü Dünyada her şey kadının eseridir. 

Kadınların özgür olabildiği, kadına saygının olduğu bir yıl ve bin yıl olması dileğimle Kadınlar Gününüz kutlu olsun sevgili okurlarım… 07/03/2022