24-31 Ocak arasında Adalet ve Demokrasi Haftası içerisinde yitirdiğimiz değerlerden Uğur Mumcu’nun Ülkemiz için çok ayrı bir yeri vardır. Kendisini, ocak ayı içerisinde öldürülen Hrant Dink, Metin Göktepe, Abdi İpekçi, Onat Kutlar ve tüm yitirdiklerimizi saygıyla anıyorum.
28 yıl önce, 24 Ocak 1993’te evinin önünde bombalı suikastla katledilen gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun “aydın öngörüsü” ile yaklaşık 30 yıl önce yaptığı betimlemeler ve öngörüler, o günden bu yana yaşanmaya devam ediyor.
Mumcu’nun özellikle “siyaset-ticaret-tarikat üçgeni” olarak tanımladığı yapı ve devletin imam hatipler yoluyla tepeden tırnağa dinselleştirileceği öngörüsü, 2021 yılında tüm yakıcılığı, dehşeti ve şiddeti ile sürüyor. Gelecekteki Türkiye tasvirina, yaptığı uyarılara bugünden baktığımızda, Mumcu’nun niçin yok edilmek istendiği daha net anlaşılıyor. Her platformdaki yazıları, kitapları ve söyleşileri ile “Geliyorum tehlikenin farkında mısınız” diyen aydınımızdı. Bu gün gelinen noktada Diyanetten Sağlık Bakanlığına, Milli Eğitimden Üniversitelere, Milli Savunma Bakanlığından Spor Federasyonlarına kadar her yerde cemaat-tarikat örgütlenmelerini izliyoruz. Ülkenin bir gerici tarikatçı cemaatçi darbe girişimini yaşayabileceğini o günlerden öngören bir gazeteci yazardı.
Bugün Türkiye’de “araştırmacı-gazetecilik” ifadesi kullanılıyorsa bunda Uğur Mumcu’nun etkisinin görüyoruz. Uğur Mumcu’nun Rabıta isimli eserinin içeriği Suudi Arabistan’ın Cemal Kaşıkçı cinayetini neden İstanbul Konsolosluğu’nda seçtiğini anlatmaktadır. Uğur Mumcu çok fazla ve çok önemli konuda çalışmalar yapan duayen bir gazeteci yazardır.
Bir söyleşisinde bizlere şunları söylüyordu :
“Köy Enstitüleri üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretim ilkesini benimsemişti ve köy çocuklarını Atatürk devrimlerinin ve Kemalizmin toplumsal yapısını kurmakla görevlendirmişlerdi. Ancak şimdi ne oluyor? Aynı köy çocukları kapanan Köy Enstitüleri yerine imam hatip okullarına gidiyorlar. Gidiyorlar da ne oluyor? 1983 rakamlarına göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 46 bin personel var. Bu 46 bin personelin 23 bini ilkokul mezunu. O zaman bu ilahiyat fakülteleri, İslam enstitüleri ne işe yarıyor? Bu imam hatip okulları ne işe yarıyor? Ne işe mi yarıyor? Bunlar imam hatip olmuyorlar, hukuk fakültelerine gidip yargıç ve savcı oluyorlar. Siyasal bilimler fakültelerine gidip kaymakam oluyorlar. Yapılan bir araştırma, kaymakam yetiştiren bölümlerin öğrencilerinin yüzde 41’inin ilahiyat kökenli olduğunu ortaya koyuyor. Hukuk fakültesinde okuyup da daha önce imam hatip mezunu olanlara burs veriyorlar. Burs verilen öğrenciler de, sınavsız yargıç ve savcı oluyorlar. 2000 yılına doğru baktığımızda, vali ilahiyat fakültesi mezunu, Emniyet müdürü İslam enstitüsü mezunu, kaymakam imam hatip mezunu olacak.
Bugün Türkiye’de bazı sözcükler yasaktır ve sakıncalı çağrışımlara yol açarlar. Bir tanesi ‘barış’, bir tanesi ‘örgüt’, bir tanesi “sınıf”. Şimdi biliyorsunuz ‘derslik’ deniyor okullarda sınıf yerine. Dikkat ediyor musunuz? Derslik! Ne olur, sınıftan sınıf mücadelesi çıkar, sınıf mücadelesinden proletarya diktatörlüğü, sınıf tahakkümü çıkar. Peki, bu sınıf tahakkümü ne biçim şeydir işadamları, sanayi odaları, ticaret odaları kurmaz? Onların sınıfları yok mu? Onlar sınıf egemenlikleri kurmazlar mı? Kurmazlar efendim. Aile terbiyeleri müsaade etmez. Nasıl kurmaz? Bugün aslında kurulu olan düzen, işadamlarının, toprak sahiplerinin, komprador burjuvazinin egemenliğindeki düzendir. Örneğin Ankara’nın Dikmen semtinde bir küçücük dernek sınıf tahakkümü kurmak suçundan mahkum oluyor. Üç beş kişilik dernek sınıf tahakkümünü nasıl kurar? Ceza hukukunun temel kuralı vardır, tahakkümü kursa kursa egemen sınıflar kurar, ticaret odası kurar, Sakıp Sabancı kurar, Vehbi Koç kurar. Sakıncalı sözcüklerden biri bu; sınıf, sınıf tahakkümü.”
Ocak ayında karanlık bir şekilde katledilen, yitirdiğimiz tüm değerli gazeteci, yazar, siyasetçi ve tüm vatandaşlarımızı saygıyla anıyorum. Aydınlanma ışığı sönmeyecektir.
Uğurlar Olsun, Uğurlar Olsun…
YKKED Bornova Şube Yönetim Kurulu