Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünü o toplumun kültürüdür.

Bulunduğumuz coğrafya kültürel zenginliği olarak derin izlere sahiptir. Tarihte büyük bir kültürel zenginliğin bu coğrafyada olduğunu görürüz.

Bu dünyadan nice insanlar geçti. Yakın tarihimizde çağımızın Pir Sultan Abdal‘ı olarak adlandırdığımız Âşık Mahzuni Şerif‘i ve bozkırın tezenesi Neşet Ertaş ‘ı kaybettik. Bu kayıplar bir kor gibi yaktı gönüllerimizi. Bir yığın eserleri, yaşamları, kültürleri, aydınlanmış sevgi dolu yürekleri haz verdi bizlere.

Bu dünya; Hitler, Hülagü, Stalin, Franco gibi tarihte savaş ve baskı ile anılan kişileri de barındırdı. Bunlarla beraber yığınla yok olan insanları barındırdı…

Janette Raukin diyor ki :

“Bir depremden ne kadar kazançlı çıkabilirseniz, bir savaştan da o kadar kazançlı çıkabilirsiniz.”

Diyorum ki:

Savaş ve barış kelimelerini hiç tanımasaydık.

Ve diyorum ki:

Ne sen bu dünyanın sahibisin, nede ben.

İkimizde geçici bir süre için bu dünyaya gelmiş faniyiz.

Aynı zaman diliminde gelmişiz dünyaya.

Ne tesadüf ki;

Aynı coğrafyayı paylaşıyoruz

Yaşamak senin hakkın olduğu kadar benimde hakkım olmalı.

Kin, kavga, savaş gibi unsurların hayatımızda olmasını anlamsız ve gereksiz buluyorum.

Skolastik eğitimle edinilen düşünce şekli değil; analitik bir akıl ile düşünerek, okuyarak, sorgulayarak, araştırarak, bilimle, tabusuz yaşasak.

Ömür dediğimiz bu kısa zaman dilimini mutlu, kardeşçe, özgürce, sevgiyle, dostça dolu dolu yaşasak diyorum…

Yazımızı Hayyam’ın güzel bir dörtlüğüyle bitirelim.

Her sabah yeni bir gün doğarken

Bir günde eksilir ömürden;

Her şafak bir hırsız gibidir

Elinde bir fenerle gelen.

 Hoşçakalın