Ah bulunduğum coğrafya; bazen uymuyor olsan da düşünceme, çare yok ki. Kültür senden, alışkanlıklar senden, ata senden, yar senden, düşünce senden kısacası ömür senden coğrafya…

Gönülle bedenin dengesi yok. Birisi çok uçuk, diğeri mütevazı. Her şey gönülle uysa yaşam daha renkli ve güzel olacak.

 Arkadaşımın güzel bir yaklaşımı var :

“Heba olana üzülmeyeceğim; yalnız dönüşü olsa. Dönüşü olmayınca üzülmemek elde değil. Gerçi üzülsen neye yarıyor ki, üzüntü olanı değiştirmiyor ki. Üzüntüde senin güzel zamanını çalan bir hırsız."

 Filozof Georga SENTAYANA diyor ki :

 “Mutluluk yaşamın tek yaptırımıdır. Mutluluğun olmadığı yerde varoluş delice ve kederli bir deneyim olarak kalır.” Yazımıza güzel bir öyküyle devam edelim.

 “Çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından her kesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir.

 Ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepside delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, sihirbazda o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. Tabi kral çok kaygılanır, halkın sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar.

 Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatonun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel olarak derki “Gel, bizde o kuyunun suyundan içelim, o zaman bizde onlar gibi oluruz.”

 Ve öyle yaparlar: Kral ile kraliçe de cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur, öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur.

Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir.”

Yazımızı bir dörtlükle bitirelim.

Öyle özledim ki karagözlüm,

Belki bir asır.

Bir asır desem az,

Yüzümdeki çizgiler kadar yıllar yaz.

 

Hoşçakalın