Cemşid’in bardağından bir kadeh şarap içtim… Gurbet bir işkence; ne kokusu, ne anısı nede yüreğe sinen sevdası unutulur.

Miadı dolan beraberliklerde ayrılık; bir özgürlüktür. Miadı dolmadan ayrılık; bir hüzün, bir çiledir. Gurbette miadı dolmadan gelişen bir ayrılık…

Kulağımda bizim ellerin merhum sanatçısı Yusuf Özdemir’in sesi;

Kızılırmak aksın, aksın durulsun. Niye ben seviyim de eller sarılsın

Evet;

Cemşid’in bardağından bakmak; Kızılırmak’a, köyüme, dostlara, geçmişe, sevdiğime…

Güneşin yakıcı sıcağında, korumasız kuyudan su çekmek, korkarak… Su dolu senekleri yüklemek; gözleri dünyaca güzel eşek sırtlarına. Yakıcı sıcaktaki düğenler, öküzlerin, katırların dahi isyan edip harmandan çıktığı… Ambarın serin kolu… Düşlerim, ambar koluna serilen yatağımdaki düşlerim. Yıldızlara bakarak kurduğum hayaller. Mektup dahi yazamadığım, aşkımı söylemeden kor gibi büyüttüğüm sevdam. Saygının, özverinin, aşkın önüne geçtiği yıllar. Ambarın altındaki koruyucu köpeğimiz Tarzan… İdare lambalarının aydınlattığı zifiri karanlık odalar. Yıldızların ışığındaki aşkım, sevdam, umudum…

Sabahın güneş ışınlarının ambar kolundaki yatağımı kavururcasına ısıtması… Yorganın altına saklanarak biraz daha uyuyabilme umudu… Kadınların sesleri, aralarındaki süt sağma yarışı sanki çobanın aceleciliği, sürüyü toplayıp götürme telaşı. Tam bir kargaşa, hoş bir kargaşa…

Kızılırmak’ın serin suyu, yayın balığı, yeni oluşan buğday başaklarındaki tanelerin ateş ile buluşması, başakların ellerde harmanlanması ve Firik.(yörede biz buna kokiris derdik) Simsiyah olan ellerimiz… Ve sinsin; ateşin etrafında oynanan vazgeçilmez oyun.

Tadı damağımda…

Cemşid’in bardağından seyretmek, hayıflanmak Irmak Bucağına.

Diyeceksiniz ki;

Kim bu Cemşid, ne bu bardağın özelliği, şarabı…

Cemşid;

Şarabın mucidi olarak tanınan Cem, Fars Pisdadiyan sülalesinin 4. hükümdarıdır. Cemşid, 700 yıl (sah-name’ye göre 600 yıl) boyunca insanlar, cinler, devler, kuşlar ve periler dünyasının tamamı üzerinde egemenlik kurmuş; hükümdarlığı döneminde halk eşit ve mutlu yaşar, toprağın bereketi artar.

Ölümsüzlüğü bulur ve bunu bütün insanlara ve canlılara yaymaya çalışır. Bu yaptıklarının büyüsüne kapılan Cemşid, kendisini tanrı olarak görmeye başlar. Tanrılar buna kızar ve Cemşid’in elinden ölümsüzlüğü alırlar. Cemşid’li aydınlık dönem Dehak’ın Cemşid’i öldürüp tahtı ele geçirmesine kadar sürer.

Cam-ı Cem; yedi kat göğe benzer bir şekilde yedi madenden yapılmış sihirli bir kadehtir. Cemşid, bu kadeh ile her hangi bir memleketi bilmek isterse o kadehe bakar ve o memleketin durumunu müşahede eder.

Rivayete göre Cem, bir gün ayaklarına yılan sarılan bir kuş görür. Okçularına yılanı vurmalarını emreder ve okçular yılanı öldürürler. Kuş da bu iyiliğe karşılık Cem’e birkaç tohum getirir. Cem bu tohumları ekip asma elde eder. Asmalardan da üzüm elde eder.

Yine efsaneye göre Cemşid, haremindeki kadınlardan birisini kovar. Kederlenen cariye umutsuzluğa kapılır ve intihar etmek için hükümdarın deposunda bulduğu, üzerine “Zehir” etiketi yapıştırılmış şişeyi alır ve diker kafasına. Oysa şişedeki ziyan olmuş sıvı, fazla bekleyip fermente olmuş üzümdür. Şişeyi dikip de ölmeyen, üstelik birde bünyesinde keder, üzüntü kalmayan cariye koşarak buluşunu hükümdara götürür. Hükümdar içtiği şeyden o kadar etkilenir ki, kızı affetmekle kalmaz, ondan sonra ülkede üretilecek bütün üzümlerin şarap yapımında kullanılmasını emreder.

Evet;

Cemşid’in kadehinden bizde sıla özlemi yaşadık. Bir kadeh daha şarap içerek birde ütopyamızı seyretsek Cemşid’in kadehinden.

Vicdanlı, kültürlü, mutlu, barış ve sevgi yüklü dünyanın varlığını seyrederek Cemşid’in bardağından; kısa ömrümüzü neşe ile yaşasak diyorum…

Cemşid’in bardağından ütopyanıza, özleminize, aşkınıza bakarak güzel günler yaşamanız dileğimle…

  Hoşça kalın