Bir ev ki içi tertemiz, laminantlar parlıyor, tek bir dağınıklık yok etrafta, duvarlar bembeyaz…

Tavan bağırıyor: “Halıyı kaldır!” Tabii, kimse duymuyor!

Bir memleket ki, bir köşesi silah sesleri, bir köşesi yaşayabilmenin mucizesi, bir köşesi, iyi yaşamanın, zenginliğin, güvenin başkenti, sarayı kırmızı halı döşeli…

Birileri bağırıyor: “Halıyı kaldır!” Bu kez herkes duyuyor! Kimi, basıp halının üstüne içeri giriyor, kimi duymazlıktan geliyor, kimi yeltendiğinde halıyı kaldırmaya, çelme takılıyor ayağına.

Sonra bir baba…

Baba ki, evladını yok etmiş cellâdın biri!

“Türkiye’de böyle bir şey olur mu endişesi yaşarken, dünyanın belli başlı bir metropolünde kızımızı kaybettik.” diyor ve şaşkınlığını ortaya koyuyor.

Haliyle bu cümleler düşündürüyor. Sonrası çelişki, sonrası kafada binlerce soru işareti…

Türkiye’de terör neden normalleşti? Memleketi bu duruma kim, niye getirdi?

Paris’te yaşanan katliama bu kadar yanan kimi Türkiyeli, kendi memleketinde yaşanan aynı katliamlara nasıl bu kadar duyarsız kalabildi? Hatta daha da ileri gidip, “İyi olmuş, bunlara müstahak!”  diyebilecek kadar vicdansız olabildi? İnsanları bu hale kim, niye getirdi?

Söz konusu bir canlıyken, terörün kimlik ayrımı olabilir miydi? Terörü bu hale kim, niye getirdi?

Şimdi siz de biraz düşünün bu soruları ve yanıtlarının ne olabileceğini. Ardından yanaşmaya çalışın o kırmızı halının yanına. Üstüne basıp içine girenlerden, korkusuna, bencilliğine, cebine, vicdanına yenik düşenlerden değilseniz; o şaşaalı, etrafı tertemiz, etrafı parlak olan halının altındaki tüm kirleri göreceksiniz!