İdam sehpasına Enel Hak yazdım

Kendi mezarımı dişimle kazdım

Bir kordum, üşüdüm âlemi gezdim

Kimi ataş, kimi küle benzetti

                                           Nesemi

Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün TBMM’ye Cemevi açılması için 07.05.2012 tarihinde başvuruda bulunmuştu. Başvurunun ardından TBMM Başkanlığı ise Diyanet İşleri Başkanlığına başvurarak ki onların söylemi web sayfasından bakılarak talebe, Diyanet İşleri Başkanlığının “ Alevilik ayrı bir din olmayıp İslam içi bir oluşum, İslam’ın tarihi sürecinde ortaya çıkmış zenginliği olup İslam dininin ibadet yerleri camilerdir.” görüşünü baz alarak talebi ret etmiştir. Bunun ardından Ankara 6. İdare Mahkemesine Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün tarafından dava açılmıştır. Bunun sonucunda da TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı tarafından talebin reddedilmesi yönünde cevaplı savunma gönderilmiştir.

İlk önce TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı’nın savunmasında da kanıt olarak sunulan Diyanet İşleri Başkanlığının ( bundan sonra ki bölümlerde DİB olarak kısaltılarak yazılacaktır) kuruluş ve amaçlarını belirten kısmıyla başlamak yerinde olacaktır. “Anayasanın 136.ıncı maddesi; Genel idare içinde yer alan DİB, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel konumda gösterilen görevleri yerine getirir”. Hükmü ile 1965 tarihli 1. maddesinde de” İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı DİB kurulmuştur.” denilmiştir.

TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı’nın yutturmaya çalıştığı fakat kendisini apaçık DİB’e ittiği noktaları gözden kaçırmaya çalışmaktadır. Devlet önce DİB’i inşa ederken bütün siyasi görüş ve düşünüşleri dışsallaştırırken, devletin siyasi görüş ve düşünüşünü biricikleştiren anlayışı kurumsallaştırmaya başlayarak kalıcı duruma getirmesidir. Bunun da adı milletçe dayanışma ve bütünleşme şehvetiyle amaç edinmektedir diye kılıflandırılmaktadır. Devamı daha vahim olarak sürmektedir. Bütün dışsallaştırdığı siyasi görüş ve düşünüşlerinin alanına devletin dinini, devletin aydınlığını tescillendirecek olan devletin dinsel siyasi dili DİB’i inşa edecektir. Bunu resmileştirirken laik olduğunu söyleyen devlet, ibadet yerini, yönetilmesini ve dinin nasıl tecrübe edileceğini de devletin dini aracılığıyla dayatmasıdır. Bu da yetmezmiş gibi kendisini nasıl veya ne şekilde ifade ederse etsin, inancının sahihliği konusunda DİB’i tek yetkili karar merci yönünde taşeron olarak kullanmasıdır.

Şimdi soruyoruz;

Kendisini laik, hukuk devleti olarak tanımlayan biçimiyle, yurttaşlarının inanç ve ibadet tecrübe ediliş tarzına karışma hakkını nereden bulmaktadır?

Nasıl, ne şekilde inanacağından tutunda, inancının kurucu unsurlarını Ortodoks dinsel anlayışı içinde asimilasyoncu yöntemleriyle yok saymasının laik devletle bir tutarlılık gösterdiğini nasıl ifade edecektir?

TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı’nı bununla da yetinmiyor. Yıllardır devletin verdiği refleksleri bir bir örnekleyerek nasıl çıkmaza ve yurttaşlarının inancını nasıl inkâr ettiğini gösteriyor. Hemen DİB’ten alıntı ve sahih sözlerle “Çalıştay’tan aşina olduğumuz” “Alevilerin sorunlarından” diye başlayan fakat ilerleyen çalıştaylar da “Aleviliğin Sorunlarına” döndüren o statükocu, ulus devlet zihniyetini hemen başka bir ağızdan söz birliğine varmışçasına aynı ağızdan duyma bizleri hiç şaşırtmıyor.

Aleviliğin İslam içi veya dışı olması ya da Aleviliğin kurucu unsurunun Hz. Ali veya Şah-ı Merdan Ahmed-i Muhtar Aliyyül Murteza olması“ne Devleti, ne DİB’i de ne de TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı’nı” ilgilendirir. Burada Aleviliğin nasıl, ne şekilde anlamlandırılacağı veya ritüellerinin ne biçimde olacağının muhatabı Alevilerdir.  Bu devleti ve hele hele devlet dininin onay makamı olan DİB’i hiç mi hiç ilgilendirmez.  Burada laik devlete düşen bütün inançlara ve inançsızlara eşit mesafede olmak, devletin eşitlik, hukuk ve özgürlükler hakkı anlamında görevini yerine getirmesidir.

TBMM Hukuk Hizmetleri Başkanlığı’nı cevapları devletin içinde ki çıkmaz durumu ortaya net olarak koymaktadır. Geleneksel veya Modern Devlet olsa da reflekslerinin aynılığı ilginç bir nokta oluşturduğu gözden kaçmamaktadır. Hacı Bektaş Külliyesinde ki camiyi işaret ederek Aleviler camiye gitmelidir diyor. Hacı Bektaş Külliyesindeki Cami, Aleviler üzerindeki asimilasyon politikalarının başladığı ve Alevilerin köylerine zorla cami yaptırma politikasının ilk uygulanmaya başladığı ecdadınız II. Mahmut döneminde yapılmıştır. 1826 yılında başlayan II. Mahmut dönemi, Külliyenin içinde ki caminin yapım tarihi olan 1834’ten itibaren bütün şiddetiyle devam etmiştir.. Bununla yetinilmemiş II. Abdülhamit döneminde Şeriat Mektepleri ve medreselerin inşası, ardından İttihat Terakki Partisi döneminde cami ve ilahiyat okulları yapılmasının devamı farklı iktidarlar aracılığıyla günümüze kadar gelmiştir. 12 Eylül Askeri faşist darbesi ve AKP İktidarı bu asimilasyoncu kavim kırımın devamının mihenk taşı görevini üstlenmiş durumundadır. Hacı Bektaş Dergâhında ki meydan evinin cemevi olduğunu görmemek ve anlamamak Sünni “Teoloji Algılamalarını” yıkacağından korkmaktadırlar.

Şimdi Soruyoruz;

1.      Hangi kaynakta ( Kuran-ı Kerim’de) şurada şu şekilde ibadet edilir diye yazmaktadır.

2.      Murşid-i Kamil Muhammed Mustafa ile Şah-ı Merdan Aliyyül Murteza nerede ibadet etmişlerdir.

3.      1920 veya 1924 yılından önce ibadet yerleri camilerdir diyen DİB gibi bir onay ve sahih makamı varmıydı?

4.      Alevilerin Cemevi ve Cem Erkânı gibi inanç tecrübelerinin yapılış yeri ve tarzının Sünni İnancının Teolojik gerçekliğini sarsıntıya uğrayacağından mı korkulmaktadır.

5.      Müslümanlığın yekpare okunmasından ziyade Müslümanlığın farklı okumalarının ve anlamalarının olacağının düşünülmesi DİB’in “ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek din konusunda toplumu aydınlatmak” babında Devletin Siyasi Projesini kökünden yıkacağından mı korkulmaktadır.

Sonuçta devlet, sahih DİB, DİP’e çökmekte kararlıdır. Aleviliğin ne olduğunu dayatarak özellikle İlahiyat Fakülteleri aracılığıyla pompalayarak “tarikat, mezhep” ölçeğinde dizginleyerek hadım etme zihniyetinden bir önce vazgeçmesi gerekmektedir. Bunun yanında ibadet yeri“cami” zikir yeri “dışsal mekân” olarak kabul edilebilinilir Sünni Hanefi- Maturidi anlayışının kültürel alt değerlerine indirgeme sevdasından da aynı zamanda vazgeçmesi gerekmektedir.

Gördüğünüz gibi Alevilerin sorunlarının anayasal ve hukuksal alanda çözülmesi gereklidir. Ayrımcılık, nefret söylemi ve özgürlük kısıtlamaları sadece devletin ve onun devletle iç içe geçmiş geleneksel Ortodoks din anlayışı sonunun geldiğinin göstergesidir. Bu çıkmazı “Teoloji Alanına”sıkıştırarak asimilasyonunu sağlayarak yok edeceğini zannediyorsa boşuna heveslenmesin.

Alevilik bir İnançtır. Alevilerin İbadet Yeri Cemevidir. İbadet Ritüeli de Cem’dir. Devlet ister kabul etsin, ister kabul etmesin Aleviler özgün inanç biçimleriyle bu hak kazanımı elde edecektir.

Biz Alevilerin “ Gönlü de, Dili de, Bedeni de “ yola bağlıdır. Bizim Hüseyn’i gibi irademiz ve inancımız, Baba İlyas gibi yüreğimiz, Pir Sultan gibi direncimiz, Seyit Rıza gibi boğun eğmemiz ikrarımızdır

 

Aşk-ı Muhabbetle