İstanbul’da Ermenilerin en yoğun yaşadığı semtlerden biri olan Kurtuluş’ta büyüyünce oradaki her çocuğun olduğu gibi benim kulağıma da yerleşmiş Ermenice kavramların başında “ahparig” geliyordu. “Ahparig” genel geçer “abi” kavramının daha da ötesinde çok sevilen birine doğrudan yapılan bir hitap gibiydi… 1970’lerin ortasından itibaren Asala eylemlerinin de etkisiyle Ermeni düşmanlığı artıkça bizim sokakta da, bizim mahallede de hem “ahparig”in kullanımı hem de “ahpariglerin” sayısı hızla azaldı. Arkasından da isimler değişmeye başladı: Hagoplar, Mihranlar Zadigler yerlerini Aslanlara, Muratlara, Buraklara bırakmaya başladı… Katledilişinin 6. yıldönümünde arkadaşlarının Hrant Dink için “buradayız ahparig” adıyla açtıkları internet sitesini görünce ben de Kurtuluş’u hatırladım…
Ah be Ahparig! Sana yönelik suikastın nasıl planlandığı, senin nasıl öldürüldüğün neredeyse en küçük detayıyla belli olsa da yargı ne örgüt bulabildi, ne de senin katledilmene karar veren asıl failleri. Senin avukatın Fethiye Çetin’in dediği gibi, "altı yıl önce neredeysek yine oraya döndük. Ne yazık ki bu da insanı üzüyor, yani hiç yol alamadık.” Gerçek bu… Yine de Yargıtay Başsavcılığı’nın “bu cinayet örgüt işi” demesi aklımıza “acaba” sorularını da getirmiyor değil… Ancak, senin şahsında oluşan kamuoyuna rağmen adalet ve vicdan halen içi boş kavramlar gibi orta yerde durmaya devam ediyor! Nasıl durmasın? Senin 301. Maddeden ceza almana imza vererek, cinayete uzanan süreçte üzerindeki baskıların artmasında ciddi rolü olan Mehmet Nihat Ömeroğlu bilerek ve isteyerek “Başdenetçi” yapıldı. “İyi polis” rolüne soyunanlar, hatta yalandan senin yanında olduğunu söyleyenler bile Başdenetçi Ömeroğlu’nun oğlunun nikah şahitliğini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığını görmek istemiyorlar!
Ah be Ahparig! Sana sahip çıkıyor gibi gözükenler bile “son Ermenilerin” yaşadığı İstanbul Samatya’da yaşanan “garip olayları” da görmezden geliyorlar... Yaşlı Ermeni kadın öldürülüyor, bir başka Ermeni kadın saldırıya uğruyor. Agos bu gelişmeleri “Samatya diken üstünde” diye yazıyor. Ancak polis her zamanki gibi çok rahat. Polis yaptığı açıklamada, “Maritsa Küçük cinayeti amatörce işlenmiş bir cinayetten ibaret, arkasında başka bir şey yok” diyebiliyor… Anlaşılan o ki; Televizyondan bile “Ne Yahudiliğimiz, ne Ermeniliğimiz, ne de affedersiniz Rumluğumuz hiçbir şey kalmadı” diyerek aslında bu topluluklara karşı fiili olarak hakaret eden, nefret suçu işleyen bir Başbakan’ın olduğu ülkede her nedense polisin aklına da bu gelişmelerin nedeninin “derin nefret” olabileceği gelmiyor!
Ah be Ahparig! Bugünlerde insanlar taziyelerini bile dile getirmekten korkmaya başladılar. Hüseyin Aygün’ün kızları öldürülen aileye “başsağlığı” dilemesi büyük olay oldu. Kendi partisinden bazı kişiler de, Erdoğan da Aygün’ü Arenada aslanların önüne atmak için çok sabırsızlar! Gerçi sen Ermeni olduğun için bilirsin, senin için şaşırtıcı olmaz ama Kürt lafını bile duymak istemeyen ne çok insan varmış bu memlekette; Sosyal medya denen medyada önceki gün kaybettiğimiz gazeteci Mehmet Ali Birand’a yönelik küfürleri okuyunca insan utanıyor ama belli ki yazanlar bundan büyük zevk alıyorlar!
Ah be Ahparig! Bu aralar önemli bir çoğunluk “barış” diyor ama aklına gelebilecek bilinen bütün gazeteler ve televizyonlar, üç Kürt kadının öldürülmesinden sonra yüzbinlerce insanın katıldığı cenaze törenlerini görmezden geliyorlar. Ahmet Türk’ün "Barış karşılıklı saygıyla oluşur. Barış halkların birbirini tanımasıyla oluşur. Barışta adalet ve eşitlik olmalıdır" şeklindeki çağrısı Diyarbakır sınırlarını aşmakta zorlanıyor. Bu sesi çoğaltmak için toplumsal vicdanın ete kemiğe bürünmesi zorunlu gözüküyor. Yani işimiz hem çok hem de zor!
Ah be Ahparig! Sana sahip çıkanlardan bir bölümü de halen, senin cinayetini de “her nedense” bir türlü “çözmeyen” AKP’ye “selam durmaya” devam ediyorlar. Oysa sen de bilirsin ki; ne senin cinayetinle ilgili ne de Uğur Mumcu başta olmak üzere diğer siyasi cinayetlerle ilgili AKP’nin elini kolunu tutan kimse var!
Ahparig, o arkadaşlarını sana şikayet ettiğimi bil!