Sabahtan uğradım ben bir figana

Bülbül ağlar ağlar güle getirir

Bakin su feleğin çürük isine

Her bir cefasını kula getirir

                     ( Pir Sultan Abdal )

Bir taraftan DTK’nın barış adına Karadeniz Bölgesine düzenlemiş olduğu ziyaretler ve ardından sonlandırması, bir taraftan bir grup heyetle İmralı da mit’in katılımıyla gerçekleşen görüşme, bir taraftan da Diyarbakır’da DTK’nın organize ettiği ve gerçekleştirdiği 1. Alevi Kongresi yakın zamanda yaşandı. Bunların yanında Türkiye’ye füze kalkanlarının yerleştirilmesine karşı eylemler devam etmekte, kadın hakları üzerine bildiriler ve eylemler sürmekte, eğitimin eğitimsizleştirilmesi karşı eğitimci girişimleri devam etmekte, işçileri sessizce sömürme tezgâhlarına karşı sendikalar örgütsel çalışmalar yapmaktadırlar.

İşte yukarıda kısaca başlıklandırdığımız cümlelerden sadece demokratikleşme mücadelesinin ve barış girişimlerinin içini açmaya çalışacağız. Özellikle sürecin sekteye uğramaması için bilincimizin diri olması gerekmektedir. Bunun beraber bu sürecin aktivistlerininde, girişimlerinde eksikliklerinin üzerine saptamalar yapması elzemdir. Bir taraftan da devletin kendi bekası için tarihten kendisini nasıl soyutlaştırarak kaçırdığını anlatmaya çabalacağız.

1980 yıllara kadar ulus-devletin yeni dini “milliyetçilik” olarak her zaman işlenmiş ve kurucuları tarafından devletin “en ucra toprağına” kadar taşınmıştır. Ne oldu da 1980’den sonra “milliyetçilik” dininin yanına değerlerinden koparılmış ve artık kullanılmaya hazır Sünni İslam’ı reforme etmek aklına gelmiştir.

Özellikle buradan hareketle İbn-i Haldun’un siyaset kuramından yola çıkarak anlatım yapmaya çalışacağız. İbn-i Haldun’un en çok kullandığı kavram olan asabiyyet’ten başlayacağız. Bu kavramının tanımını sunmadan evvel İbn-i Haldun devletin kuruluşunu beş evreye ayırır. Birinci devre zafer ve maksatlara erişme.  İkinci devre hükümdar kavmini boyunduruk altına alarak devleti kendi başına onları karıştırmadan idare etme.  Üçüncü devre insanın tabiatıyla meylettiği devletin servet ve meyvelerinden faydalanmak ve rahatlık çağı.  Dördüncü evre kanaat ve barışla yaşama çağı.  Beşinci evre ise bir önceki evrede yeterince önlem alamayan devletin tabii olarak yıkılma çağının gelmesi ile birlikte israf ve saçıp dağıtma çağıdır.

 

Asabiyyet,   İbn Haldun’un tanımına göre “düşmanların saldırısından korunmak ve saldırganları kovmak ve servet kazanmak ve istilalar, birlikte harekete geçmek ve diğer sosyal faaliyetlerle olur.” Bu tanımdan hareketle artık devletin bekasını ayakta tutmak için milliyetçilik yeterli gelmemektedir. Yani kısaca nesep asabiyyeti dediğimiz kan bağına bağlı kandaşlık ya da kollektif aksiyonerlik yeterli değildir. Bunun için yeni ve hali hazırda devletle ilişkisi olmuş, “kamusal alana”  geçilmiş ya da geçilmeye çalışılan güce ihtiyaç vardır. Bu da İbn Haldun’un deyimiyle “din’e” ihtiyaç vardır. Yeni bir sosyal faaliyet ve aksiyonerlik sağlayacak olan dindir bu durumda. Nesep asabiyyeti yerini sebep asabiyyetine yani kan bağı ve hısımlık bağlarının dışındaki bağlarla; yani ikincil bağlarla birbirine bağlanan, daha çok bilinç ürünü olan tutku ve bağlılıkları içeren maşeri kudrettir, soyut kuvvettir. Bu da neyle sağlanır. Tabii ki “din”le. Ortodoski olan, mutlaklaşmış bir dinle.

İşte 1980’nin sonuç olan durumu budur. Bunun üzerinden toplumsal birliği sağlamak için devlet ona uygun nesillerin yetişmesi adına imam hatip okullarını açması, eğitimi ona göre düzenlemesi, iş hayatını ona göre dönüştürmesi üst yapı değişimleri sağlayarak halkın gözünden ilelebet muzaffer olacağını ve yaşacağını yadsımaya çabalar ve inşa eder. Bu gibi örnekler sebep asabiyyetinin birliği oluşturur.

İbn-i Haldun’un söylemiyle devam edersek “Aynı nesepten gelen kimseler arasındaki yardımlaşma, dayanışma ve tehlikelere karşı kendini korumak için biyolojik bağlardan doğan, daha sonraları inanç birliğine dönüşerek, devletin kurulmasında rol oynayan soyut bir kavramdır.”

AKP İktidarının sürekli söylediği de budur aslında. Güncel olarak medyada işlediği ve toplumu her saik “bir”e çağrısının nedeni budur. Bunun içinde farklı dinde ki halka ihtiyacı yoktur. Onun için ülkede ki Sünni halk yeterlidir. Çağrısı da esasında onlarıdır. Örneklemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı Recep Tayyip Erdoğan son günlerde yaptığı açıklama da bu minvalde değerlendirebilinir. Hem Alevileri ve farklı dinde ki insanların inanışlarının tanımlama merciliğini kendinden görmesi hem de Sünni Hanefi ve Şafii mezhebine bağlı insanların sebep asabiyyetinden faydalanarak iktidarını devletleştirerek çağrının mührünü anımsatması bu baptandır.

1980’den AKP iktidarına kadar geçen süreçte devletin inşası bu dinsel ve ırksal ideoloji üzerine temellendirilecektir. Bu arada. İbn-i Haldun’un üçüncü derecesi olan servet ve meyvelerinden faydalanmak ve rahatlık çağını da not etmekte fayda vardır. Özal iktidarı, Demirel iktidarı, Çiller iktidarı bu faydalanma üzerinden çıkarılmışlardır. AKP iktidarının da bu servet ve faydalanmadan geri kalmadığını basına yansıyan haberlerle okumaktayız.

Yıllarca bu ülkede devlet tarafından yaratılan milliyetçilik asabiyyetinden şimdi kurtulmak için bu öfkenin kusulmasının çareleri aranmaktadır.  AKP iktidarı kendi helalliğine bir şey gelmemesi için “halk için” ülkenin barışına gereken katkıyı sunmamaktadır. Bu kusma HDK’nın Karadeniz ziyaretlerinde daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Milliyetçilik asabiyyeti de gaza ve cihat üzerinden biricikleştirilmiş “şehitlik” mertebesiyle kutsallaştırılarak nefret söylemleriyle dışa vurmaktadır. Bunun için yaratılan bu asabiyyetin dönüştürülmesi ve başka bir evreye çevriltilmesi gerekmektedir. Devlet statik olarak hareket etmediği için yeni değerler yaratabilir, dönüştürebilir bu yönünü gözden kaçırmadan eylem ve hareketlilikte bütüne bakmakta fayda vardır.

Diyarbakır’da yapılan 1. Alevi Kongreyle birlikte yaşanılanlarla, sürecin işleyişiyle ve sunulan sonuç bildirgesiyle hayli tartışmalar yaratmıştır. Kongrenin hazırlıkları esnasında eminim ki “Alevilik” üzerine çalışmış akademisyenlere ulaşma konusunda yeterince olgun hazırlıklar yapmadıklarını görmekteyiz. Kongrenin düzenleyici olan DTK’nın devletin anlam ve dünya algısını çözümlemede genişliği ve pratiği maalesef  “Aleviler” ve “Alevilik” olunca klasik reflekslere dayanarak hareket ettiğini gözden kaçırmamak lazımdır. Sadece bu demokratik süreci Aleviler de destekliyor sonucu çıkarmak için kongre yapılıyor olmamalıdır. Aleviler belli bir uyumluluğun ve farklı dinde ve dilde insanların ortak yaşamlarının farklılıkları üzerine toplumsallaştırılmasını içselleştirir. Bunun içinde kamplaştırılmasına gerek yoktur. Buradan devletin biricikliği ve onayı çıkar.

Sonuç olarak halkın değer ve anlam dünyasına yapılmaya çalışılan yabancılaştırılmasına bunun yanında var olan asabiyyetlerin ve yeni asabiyyetlerin oluşumunun, inşasına dikkat etmek yerinde olacaktır. Çünkü asabiyyetler üzerinden iktidarlar ve devlet “egemenliklerini” ilelebet kalıcılaştıracaklarını zannetmektedirler.