Işk imamdur bize gönül cemaat,
Dost yüzi kıbledür daimdür salat,
Dost yüzin göricek şirk yağmalandı,
Anınçün kapuda kaldı şeriat.
Yunus Emre
İnsanı biyolojik olarak doğadan ve varlıklardan ayıran en önemli özelliği düşünebilmesi, duygularının olması, uygulayıcı olması ve bunun sonucunda hareket etmesi denibilinir. Alan çalışmaları gerçekleştiren antropologların, sosyologların daha verili çalışmalarıyla sundukları çözümlemelerin yanında bizim anlatımımızın indirgemeci olarak kabul edilebilinir. Biz burada çözümlemeli akademik metin yazacak değiliz..
Bizim değineceğimiz günümüz modern yaşamda anımsama(ya)dığımız değerlerimizi birbirimize anlatmaya çabalayacağız. Modern yaşamın hızlı ve aralıksız ileriye doğru sürüp giden hattın içinde sıkışan insanların “çaresizliği” algılama dünyasına kadar her yanını kaplamış durumdadır. Anlatmak istediğimiz geriye bakmayı, geçmişe bakarak daha temiz ve daha hakikatlı deyip anlayışını dayatmak değildir. Sadece insanın “birey” olmadan önce “insan’ın” sözünün karşılığının olmasıdır. “İnsan’ın” yaptığı veya yapacağı hareketlerin “toplum dayanışması, hemşeri dayanışması, dost, düşman, komşu sahiplenmesi” içinde paylaşmasıdır. “İnsan’ın” iyi günde, kötü günde eti, dili, dini fark etmesizin ortada bırakılmamasıdır. Zor günlerinde sahip çıkması/çıkılması “insan’ın sözüyle yaşadığının” temsilinde ruhunun asaletini ortaya koyan değeriydi.
Gündemi, toplumun gündeminde konulardı. Fakat artık gündem halkın, toplumun gündemi değil, hızla parçalayarak, dönüştürerek iktidarın gündemidir. Her türlü duygusuzluğu, sömürüyü, kalpsizliği ve hareketleri “kurucu unsurun şehadeti” çerçevesinde bölerek bedeni çatallaştırdığı gündemdir. Her şey siyasal okunmakta ve yaklaşımlar ona göre uygunluk sağlanmaktadır.
Sözün yitirildiği paranın çek, senet ve kredi kartlarına dönüştürüldüğü açlığın evresindeyiz. Gülüşlerin olmadığı, yaraların kapanmadığı, yaraların sahiplenilmediği haldeyiz. Her şeye öfke kusuyoruz. Öfkenin çaresizlik olduğunu ve o çaresizliği anlamak, algılamak için öfkeye gülümsemeyi unuttuğumuz olduğunu aklımıza getirmiyoruz. Gülümsemek saflık, kandırılmalık ve enayilik olarak düşünülmektedir herhalde. Kendimiz dışında herkes ve her şey vebalıdır. Çıkar düşmanlarıdır. Etnisitesi ve inançları farklı ise daha katmerlidir.
İşte öyle canlardan birini 19 Ocak 2007 de kaybettik. Hrant’ın yoldaş, yurttaş ve insan olarak bu coğrafyanın ve toprağın insanı olduğunu birbirimize hep hatırlatmamız gerekirdi. Hayatta tutmak için gülümsemeyi, ortak yaşamayı gösterseydik, eminim ki şu anda daha fazla gülmeyi öğrenecektik. Metin Göktepe canımız 8 Ocak 1996’da polisler tarafından işkenceyle öldürülmüştü. Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te arabasına konan bir bombanın patlamasıyla öldürülmüştü. Üç fidana da farklı siyasal yaklaşımlar sergilenerek çıkarımlar sunulmaktadır. Fakat insan oldukları, farklılıklarıyla bütünlüğü tamamladıkları hep ıskalanır oldu.
Nedir dünyamıza vurulan kem? Nedir duygularımızı ve sıcaklığımızı engelleyen güç? Toplumsal dayanışmanın, insansal özelliklerin, dayanışmanın hayata bürünmeye ihtiyacı vardır. İktidarın kasvetliğinin tersine halkın dilini acılarının sarılarak dindirmenin paydaşlığını yaşamalıyız. Bizlere dayatılan içi boş sonu gelmeyen senaryolara sırtımızı dönerek yörüngenin dışına çıkarak ruhlarımızın cevherini ısıtmalıyız. Gecenin sonunda güneşin doğuşu misali için birbirlerimize güneş gibi doğmalıyız.
Farklı bir örnekte CHP Milletvekili Sayın Hüseyin Aygün öldürülen Dersim’li Kürt siyasetçi Sakine Cansız’ın ailesine başsağlığı ziyaretinde bulunmasıdır. Yaşama, nefes almaya, refleks göstermeye hep bürokrasi cenderesinde bakmak zorunluluğu bizleri ilkesiz bırakmaktadır.. Kırılgan ve omurgasız olarak her şeye ve er an bükülebilir neye benzediği belli olmayan insan bedeninde hayvan şekline sokmaktadır. İlkenin ilkesizliği burada hemen kendisini göstermektedir. İnsani olan ziyaret, öldürülen ailenin acısına ortak olmak, yarasını sarmak ve paylaşmak bir partinin programına veya ülkenin ilkerine sıkıştırılamaz. Buradan çıkılacak yolun sonu bellidir. Bu noktada ne toplumun “acıları bal eyleriz” kader paylaşımı çıkar nede insanı insan yapan iyi günde, kötü günde acının azaltılması anlamında yaraların sarılması olur.
Sonuçta insanın ruhlarını ve dilini kaybetmeden bu coğrafya da Ermenilerin, Rumların, Türklerin, Kürtlerin, farklı toplumda ki insanların birbirlerinin kültürleriyle nasıl kaynaşarak yaşadıklarını tekrar anımsaması gerekmektedir. Yaşadıkları hangi devletse fark etmeden onun gündeminin içinde erimeden, halkın dilini, geleneğini ve ruhlarının sıcaklığını her an daim kılmalıyız.
Burada eminim ki Bektaşi kahkahasına her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Gülücükler daim, ruhlar asil, beden dolu olsun.