Binlerce yıldır özellikle dindar bilinç bize ahlakın temelinin din olduğunu, din olmadan bir ahlak inşasının mümkün olmadığını vaaz edip durmuştur. Peki bu doğru mudur? Yaşadığımız gerçeklikle uyumlu mudur? Mesela dinin toplum yaşamında belirleyici bir güç olarak hatta yasa koyucu olarak var olduğu Ortadoğu ve Doğu   toplumlarının ahlak düzeyinin, dinin görece olarak toplum yaşamında etkisini yitirdiği, yasa koyucu özelliği tamamen kaybettiği modern batı toplumlarından daha yüksek ahlak düzeyine sahip olduğunu iddia edecek kanıtımız var mıdır? Aklı başında biri böyle bir tez ileri sürebilir mi? Afganistan’ın, Suriye’nin, Pakistan’ın, Yemen’in, Suudi Arabistan’ın, Irak’ın, İran’ın, Türkiye’nin… ahlak seviyesinin; Almanya’dan, İngiltere’den, İsveç’ten, Norveç’ten…yüksek olduğunu iddia edecek hangi verilere sahibiz? Tersini ispatlayacak binlerce kanıt ortada durmaktadır. İster dünyanın yolsuzluk haritasına ister adaletsizlik, rüşvet, kadına yönelik şiddet ve tecavüz sıralamasına bakın… Ahlak, erdem, yüksek değerler adına aklınıza ne geliyorsa bakın. Hiçbir ahlak kriterinde dünyada ön sıralara gelebilecek dindar bir topluluk bulamazsınız. Yakın zamanda kamuoyunda da çokça tartışılan bir çalışma yayınlandı. George Washington Üniversitesi’nden iki akademisyen Şeherazade Rahman ve Hüseyin Askari kendi oluşturdukları bir “İslamilik endeksine” göre dünya ülkelerini sıralamaya tabii tutmuşlar. Yani İslam’a göre belirledikleri ahlak kriterleri üzerinden bir endeks oluşturarak ülkeleri bu endekse göre sıralamışlar. Bilin bakalım ne olmuş? İlk 40 ülke arasında hiç Müslüman ülke yok. Türkiye 95. sırada iftiharla(!) yerini almış. Son sıralardaki ülkelerin kimler olduğunu tahmin etmekte zorlanacağınızı sanmıyorum. (Kaynak: Yeniçağ: İslam dünyasını utandıran liste! )

Hal böyleyken nasıl olur da dini ahlakın temeli olarak gösterebiliriz? Dünyanın göç haritasına bakmak bile görmek isteyene çok şey anlatır. İnsanlık nereden nereye göç etmektedir bir bakınız. Batıyı seks, uyuşturucu bataklığına saplanmış ahlaken yozlaşmış göstermeye çalışanlara şunu sormak gerekir: İnsanlığın ahlak toplumundan ahlaksızlık toplumuna doğru göç ettiğini varsayabilir miyiz? Bu eşyanın tabiatına, hayatın doğal akışına aykırı değil midir?

Dindar bilinç de aslında gerçeğin farkındadır. Dinin yüksek ahlaki değerler üretemediğini pekala görmektedir. Ama bunun nedenin din değil de dinin yanlış anlaşılması olduğu tezini öne sürerek bir çıkış yolu bulabileceğini zannetmektedir. Tabi orada da başka bir handikapla karşı karşıyadır. Din binlerce yıldır neden yanlış anlaşılmaktadır? İslamiyet 1400, Hıristiyanlık 2000, Musevilik 3000 yıldır neden hep yanlış anlaşılsın? Tanrı’nın; bedeviler, köylüler, yoksullar, köleler için gönderdiği kitaplar niçin anlaşılmaz olsunlar? Tanrı kullarının anlamayacağı ya da yanlış anlayacağı bir dili neden seçmiş olsun? Dindar bilincin bu sorulara da verebileceği tutarlı bir yanıt görünmemektedir.

O halde ahlakı nasıl temellendireceğiz? Yaşananların tutarlı bir açıklamasını nasıl yapacağız?

Ahlak en genel anlamıyla iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme ve iyiyi tercih edebilme meziyeti olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre ahlakın olabilmesi için insanda en az iki yetinin bulunması zorunlu görünmektedir. Bunlardan birincisi iyiyi ve kötüyü ayırt edebilmek için akıl, ikincisi ise iyiyi veya kötüyü tercih edebilmek için irade.

Hepimizin de bildiği gibi deliler ahlaki normlardan da kanunlardan da muaf tutulmuşlardır. Akıllarının olmadığı varsayıldığı için toplumlar onları ahlaki herhangi bir kurala bağlı saymamışlardır. Keza çocuklar için de durum böyledir. Çocuklar da en azından “aklı yetik” olana kadar davranışlarından dolayı bir yetişkin gibi ahlaki normlara göre yargılanmazlar.

Demek ki akıl olmadan ahlaka bir temel oluşturamayız.
Peki ahlakın temeli için akıl yeterli midir? Elbette yeterli değildir. Bilmekle yapmak aynı şey değildir. İyiyi ve kötüyü bilseniz bile eğer iradeniz yoksa, tercihlerinizin sorumluluğu size ait değilse orada ahlaktan söz etmek mümkün görünmemektedir.

Hal böyleyken aklını dogmalar mezarlığına gömmüş, iradesini göklere teslim etmiş dindarlığın, ahlakın hamiliğine soyunması gülünç olmaktan öte dramatiktir de.

Yasayı kendi koymayan insanın ahlakı olabilir mi? İnsanın kendi iradesi dışında ilahi kuvvetler tarafından konulan yasalara uyması yasa iyi bile olsa onu uygulayanı ahlaklı yapar mı? Tercih söz konusu değilse, sadece buyruğa uymak varsa ahlaktan erdemden söz edebilir miyiz?

Salt fayda üzerinden (ister bu dünyada ödüllendirilme ister öbür dünyada cennete gitme hayalleri için olsun) davranış geliştiren insanın bu tutumunu yüksek bir ahlak düzeyi olarak kabul edebilir miyiz? Sınıf geçmek veya iyi notlar almak ya da çevresinden takdir toplamak isteyen bir öğrencinin ders çalışmasını ele alalım. Bu davranışın faydalı olmakla birlikte erdemli olduğunu söyleyebilir miyiz? Ben sanmıyorum. Ama ders çalışma doğayı, insanı, toplumu, kültürü tanıma ve salt bilme amacına yönelikse yani pratik bir faydayı aşıyorsa ancak ahlaklı bir davranış olarak görebiliriz. (Kant ahlakı)

Hayatın anlamını insanüstü güçlerin tayin ettiği bir dünyada ahlak var olamaz. Ahlak ancak hayatın anlamını insanın kendisinin tayin ettiği bir dünyada mümkün hale gelebilir. (Nietzsche.)

2500 yıllık felsefe tarihi boyunca ahlak kavramı az ya da çok hep özgürlük kavramıyla yan yana tartışılmış, özgür iradenin var olmadığı bir ahlak tanımlaması yapılamamıştır. Sokrates ahlakın temelinin bilgi (akıl), Aristoteles ahlakın temelinin özgür irade olduğunu sıkça vurgulamışlardır.

İnsan iradesini yok sayan ya da onu cüzi bir iradeye indirgeyerek göksel (tanrısal) iradeye tabii kılan dinlerin ahlak üretememesi boşuna değildir. Hatta din insan iradesini küçülten, onu göksel iradeye tabii kılan yapısıyla ahlakın tam karşıtıdır bile diyebiliriz. Dinin güçlü olduğu toplumların ahlaken geri kalmasının ve erdem üretememesinin kaçınılmaz olduğu tezi çok güçlü dayanaklarla savunulabilir düşüncesindeyim.

Kölenin ahlakı olamaz.
Elbette mesele sadece din değildir. Dini sebeplerle olmasa bile insan özgürlüğünü kısıtlayan, insan iradesine alan açmayan gelenek, görenek, örf, adet gibi sosyal toplumsal kurumların baskın olduğu toplumlarda da ahlak gelişmemiştir.

Hiçbir zaman cariyeden iffet beklenmemiştir. İffet özgür kadından beklenen bir erdem olmuştur. İslam geleneğinde “özgür” kadın örtünmeye zorlanırken cariyelerin çıplak dolaşması, çıplak olarak alınıp satılması tartışma konusu yapılmamıştır bile. Çünkü cariye köledir, köle insan değildir. Toplumlar insan olarak görmediklerini ahlaki kurallara tabii tutmazlar. Nasıl ki deliler ve çocuklar ‘akıl sahibi’ olmadıkları gerekçesiyle ahlaki normlara tabi tutulmamışlarsa, cariyeler ve köleler de ‘irade sahibi’ olmadıkları varsayılarak ahlak kurallarına uymaya zorunlu kılınmamışlardır.

Diktatörlüklerde de ahlaki çürüme, yozlaşma, erdemsizlik kaçınılmazdır. İnsanların kendi iradelerini koşulsuz bir biçimde bir lidere, öndere, başbuğa, şeyhe, şaha, padişaha teslim ettiği toplumun ahlakı olabilir mi? Tarihte de günümüzde de bunun olmadığı, olamayacağı apaçık ortadadır.

Bilgi, akıl, özgürlük ve ahlak tartışması, Batı felsefesinin 2500 yıldır tartıştığı, son 200 yılda ise aşağı yukarı sonuçlandırdığı bir tartışmadır. Ve bu tartışma; yeni bir uygarlığın oluşmasının zeminini hazırlamış ve eleştirilecek birçok yanı olmakla beraber bugünkü Batı uygarlığını yaratmıştır. Bizim de içinde bulunduğumuz coğrafya ne yazık ki hala bu tartışmanın uzağındadır. Bu tartışmayı günümüzde etkin kılmaya çalışan bir avuç insan da akademinin aforozu, yönetim erkinin baskısı, körleştirilmiş bir güruhun da linciyle karşılaşmaktadır. Tartışma; içinde bulunduğumuz realite açısından derinleştirilmek yerine, televizyonlarda Doğu despotizmine güzellemeler içeren onlarca dizi gösterilerek toplum tam tersi istikamette yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Neo-Osmanlıcılık giysisi giydirilmiş bu despotizm övgüsü ne kültür ne ahlak ne uygarlık üretebilir. Çoğaltacağı şey -en iyi koşullarda- her şeyi yanlış anlayan ve bütün problemlerini kaba kuvvetle çözmeye çalışan Karagöz figürleridir. Öyle görünüyor ki bu coğrafyada Hacivat daha epey sopa yiyecek...