“Telefon çaldı. Karşımdaki ses Adil Özkol’un eşinin. Ağlıyor:
- Adil’i aldılar. Seni de alacaklar.
Ben de eve anneme telefon ettim.
- Anne arayan soran oldu mu?
Olmamış. Fakat biraz sonra annem telaşla beni arıyor.
- Oğlum, polisler geldi. Seni sordular.
Ben ne yapayım? Şimdi eve gidip çamaşırlarımı hazırlayıp, teslim olsam iyi… İyi ama ya yolda kaçıyor diye vururlarsa. O günler öyle…”
O günler öyleydi. O günlerde vurulmadı Uğur Mumcu. 1977’de Sakıncalı Piyade’de bu satırları yazdığında da sonrasında da “Ya vururlarsa” diye diye 16 yıl daha yaşadı; “Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi” diye diye… Kitaplar yazdı. Gazetecilik yaptı. Panellerde, TV programlarında sesi kısılana kadar konuştu. Anlattı, anlattı, anlattı… Öyle üç beş kitap değil 30’a yakın kitap kaleme aldı.
28’nci 24 Ocak
1993 yılında bir Pazar günü 24 Ocak’ta Karlı Sokak’ta patlayıverdi arabasına konulan bomba. 28 yıl geçmiş… “Faili meçhul” kaldı suikast. Başkent’in ortasında ölüm tehditleri alan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün koruması gereken bir gazetecinin öldürülmesi kolaymış gibi. Mumcu’nun, Renault 12 marka arabası paramparça olmuştu. Patlama öyle şiddetliydi ki Uğur Mumcu’nun vücudu 2 metrelik duvarı aşmış, su deposunun karlı toprağının üzerine düşmüştü öylece. Etrafa saçılmış ne var ne yoksa süpürüldü alelacele. Kalemi kırılmıştı hem de ortadan ikiye. Gözlüğü sapasağlamdı…
Sanki ağlıyordu gökyüzü cenazesinde. Şakır şakır yağıyordu yağmur; sağdan soldan sel gibi Cumhuriyet Gazetesi’nin önündeki tören için Kızılay’a doğru akan insanların üzerine. 27 Ocak 1993’tü. Üzüntüyle, acıyla dalgalanıyordu kortej Cebeci Asrî Mezarlığı’na doğru. 12 Eylül sonrasının en kitlesel töreniydi bu. Sanki sonraki yıların kırılma noktasıydı o gün. Kortej sırılsıklam olmuş hem yürüyor hem de “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları atıyordu. Cebeci Asrî Mezarlığı’nda toprağa verildi Uğur Mumcu; törenin başından beri evlatları iki yanında, dimdik yürüdü Güldal Mumcu. Definden sonra çocuklarının kulağına eğilip;
“Bugün, şimdi, burada, babanızla baş başa bırakalım onları, onu uğurlasınlar; sevgilerini sunsunlar, son görevlerini yapsınlar. Biz, daha sonra hep gelebiliriz” dedi çocuklarına. Sonra da ekledi: “Ayrıca, hiç kimseye acısını paylaşmak için yüz binler gelmemiştir. Sizin acınızı paylaştılar, sizde acı kalmadı artık. Sizde sadece babanızın onuru kaldı.”
11 yaşındaki kızları Özge. Annesine dönüp, “Artık acı yok değil mi?” diye sordu. 28 yıl geçti. O gün bugündür ne failler bulundu; ne de acı bitti…