Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 17 Aralık günü oğlu Bilal Erdoğan’la yaptığı telefon konuşması, onun yolun sonuna yaklaştığını gösteriyor.


Başbakan 24 Şubat akşamı piyasaya düşen bu görüşmesinde, oğlu Bilal Erdoğan’dan polisin bazı bakan çocukları ve iş adamlarının evlerinde arama yapılmaya başlandığını hatırlatarak oğlunun evinde saklanan külliyetli miktarda parasının başka evlere götürülmesini istiyor. Belli ki o gün oğlunun evinde de arama yapılabileceğini düşünerek bunun hesabının sorulacağını tahmin ediyor. Böylece hem kovuşturmadan kurtulmak, hem de parasını güvenceye almak istiyor. 

Kamuoyunda zaten iktidara geldikten sonra büyük servetler edindiği konusunda söylentiler bulunan, 17 Aralık günü yapılan operasyonda da yakınlarının evlerinde büyük paralar yakalandığı için bu söylentilerin doğrulandığı Erdoğan, bu son rezalet karşısında son derece zor durumda kalmıştır.

Başbakan can havliyle kendisini savunmaya girişmiştir, hatta suçlu iken güçlü çıkmaya çalışmaktadır. Fakat bu kez çalınan minare için uygun bir kılıf yoktur. 
Bir siyasetçi, taşıdığı felsefi ve siyasi görüşlerinden, uyguladığı politikalardan ötürü eleştirilebilir. Bunlar, sonuçta onun siyasi kimliği ile ilgilidir. Bunları millete açıklayarak oy almıştır. Fakat ona veya partisine verilen oyların bir teki bile hesabını veremeyeceği servetler yığsın ve bunları milletten gizlesin diye verilmiş değildir. Yapılan şey, yüz kızartıcıdır. 

Savunmada çaresizlik

Zaten Başbakan, kendisini savunurken “Benim o kadar param yok” diyemiyor. Sesin kendisine ve oğluna ait olmadığını da ileri süremiyor. Hatta telefonunun dinlenmiş olduğunu kabul ediyor. Yalnızca seslerin montajlanmış olduğunu söylüyor. Bunun da inandırıcı bir tarafı yoktur. 

1930’ların yoksulluk ve kıtlık günlerinde bir kadın, akşamın alacakaranlığında, çeşmeden su alıp evine dönerken komşunun avlusundaki sebzelikte bir kabak görmüş. Kabağı kopararak eve götürmüş. Fakat kabağın sahibi bunu görerek peşine düşmüş ve kadını evine kadar takip etmiş. Kabağı göstererek bunu niçin çaldığını sormuş. Zavallı kadın, takip edildiğini anlayarak ne diyeceğini şaşırmış. Kabağı çaldığını inkâr edemiyor. Demiş ki: “Geçerken orada bir şey gördüm. Ne olduğunu anlayamadım. Şeytan mıdır, nedir dedim. Anlamak için eve getirdim!” Bu olayı anlatan komşular, kabağı çalan kadını suçlamaktan çok onu buna zorlayan yoksulluğuna acırlardı. 

Zengin Batı ülkelerinde bile görülmedik dolgun bir maaş alan, ticaret yaptığı dönemden az çok servet biriktirmiş olduğu bilinen, çocuklarının öğrenim giderlerini iş adamlarının ödediği, şimdi hemen bütün harcamalarını devletin karşıladığı bir başbakanı, olağanüstü servet edinmeye ve bunu saklamaya sevk eden güdü nedir? Belli ki, başbakan bu toplumu servet sahiplerinin yönetebileceğini deneyleriyle de biliyor ve iktidarını bu servetleri kullanarak elinden geldiği kadar uzatmak istiyor. Hayranı olduğu klasik Osmanlı dönemi veziriazamları gibi küplerini doldurmayı mubah görüyor. Şimdi daha iyi anlaşılmış olduğu gibi Allah, Peygamber, kitap, bu çalıp çırpma sisteminin üstüne serilen birer örtüymüş.

İpten Adam alan

Başbakan, yolsuzlukların ortaya çıkmaması için 17 Aralık’tan beri art arda önlemler alıyor. Polis şeflerini ve savcıları değiştiriyor, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurumu’nu kendine bağlamak için yasa çıkarıyor. İnternet yasalarıyla bu gibi kasetlerin ve görüntülerin yayımlanmasını önlemeye çalışıyor. Şimdi bu koşullarda son ses kayıtlarının gerçek olup olmadığı konusunda tarafsız, adil bir inceleme yapılabilir mi? Bakanları hakkında gönderilmiş tezkereleri bile Meclis’e sokmayan bir başbakandan kendisi hakkındaki iddiaların açıklığa kavuşması için güvenlik güçlerine, teknik kurullara ve savcılıklara izin verecek mi? O, Kemal Tahir’in romanlarında, kasabada kanunun da üstünde olan güçlü adamları anlatmak için sık sık kullandığı “İpten adam alan” rolündedir.

Daha yakın zamana kadar başkanlık sistemini getirerek olağanüstü yetkilerle cumhurbaşkanı seçilmek isteyen Tayyip Erdoğan, artık bu ülkenin başbakanı olarak kalamaz. Asıl üzerinde durulacak olan, Meclis çoğunluğunu oluşturan ve bu güne kadar onun yönlendirdiği AKP grubu, bundan sonra ne yapacaktır? Başkanlarını feda edip temiz bir siyaset vadiyle yollarına devam mı edeceklerdir, yoksa onunla birlikte dağılıp gidecekler midir?

Zira millet de, tarih de, onları affetmez. İttihat ve Terakki iktidarının Üç Paşa’sı ve Merkezi Umumi’nin işlediği günahlara yıllarca ses çıkaramayan İttihatçı Meclisi Mebusan, felaketin ayak sesleri duyulmaya başlayınca sesini çıkarmaya başlamış ve Harp Kabineleri üyelerini işlenen yolsuzluk ve kanunsuzluklardan ötürü Yüce Divan için sorgulamaktan geri kalmamıştır. Damat Ferit Hükümetlerinde görev alanlar içinde de ancak zamanında tehlikeyi görüp görevlerini bırakanlar vebalden kurtulabilmişlerdir.

17 Aralık 2003’ten beri gelişen yolsuzluk soruşturması ve onu izleyen gelişmeler, hükümet için Taksim direnişinden daha etkili olacaktır. Türkiye yeni siyasi gelişmelere gebedir. Siyaset kurumundaki bu yıkıntı ancak halk kitleleri tarafından Taksim ruhu ile millî ve halkçı bir iktidar kurularak onarılabilecektir.