Bir dernek veya sendika için en talihsiz durum, bir partiye bağlı olarak çalışmaktır. Aslına bakılırsa akli başında bir parti, bunu istemez. Onların gençlik, kadın kolları veya eğitim komisyonu gibi organları vardır. Kitle örgütleri ise, adı üstünde bir kitlenin haklarını, çıkarlarını savunmak için kurulurlar. Bu kitlenin içinde farklı siyasi görüşlerden insanlar bulunur. Kitle örgütleri içinde yönetime aday gruplar oluşabilir. Ne var ki, bunlar bir siyasi partiye değil, bir programa bağlı olarak oluşturmalıdırlar.

Kitle örgütleri, kendi kuruluş amaçlarına, tüzüklerine ve programlarına göre çalışırlar. Bir partinin yan örgütü gibi çalışmak, o partinin çağrılarına uyarak onun düzenlediği mitinglerde boy göstermek, onun sloganlarını haykırmak, örgütü böler ve işlevsiz hale getirir. Örgütçülük tarihimiz bunun örneklerini yaşamıştır. Bazı kitle örgütleri partiyle birlikte var olmuşlar, partiyle birlikte yok olmuşlardır. Toplumda derin izler bırakmış uzun soluklu kitle örgütleri ise bağımsız kalmasını bilenlerdir.

Bir kitle örgütünün başkanı veya daha ileri gidelim, bütün yönetim kurulu üyeleri bir partinin üyesi olabilirler. Kendi adlarına partinin faaliyetlerine katılabilirler. Ancak bu işe yöneticisi oldukları kitle örgütünü alet etmeye kalkışmamalıdırlar. Derneğin kapısından girdikleri anda örgütsel kimliklerini takınmalıdırlar. Böyle yapmazlarsa mensubu oldukları parti tarafından bile saygı görmezler.

Türkiye İşçi Partisi’nin başkanı Mehmet Ali Aybar, kuşkusuz saygın bir kişiydi. TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt da öyle. Aynı çevrenin imsanıydılar. Fakir Baykurt’un “Bir TÖS Vardı” adlı kitabında anlattığına göre, sendika yöneticileri Aybar’ı ziyarete gitmişler. Aybar, sendika yöneticileriyle elini cebinden çıkarmadan konuşmuş. Gel zaman git zaman Aybar’la başka bir karşılaşmalarında bu kez Baykurt onunla konuşurken elini cebinden çıkarmamış! “Çünkü” diyor Fakir Baykurt, “ben TÖS’ün başkanıydım. Örgütüme saygı göstermeliydi” Bu örnek, siyasi partilerle kitle örgütleri ilişkisinin nasıl olması gerektiğini anlatan olumlu bir örnektir.

“Kitle örgütleri, siyasi partilere eşit uzaklıkta olmalı” sözü hiç de yabana atılacak bir söz değildir. Bu uzaklık, kitle örgütünün herhangi bir parti hakkında eleştiride bulunmasını veya partinin herhangi bir kararını desteklemesini engellemez. Bütün partileri eleştirebilme hakkını elinde tutması koşuluyla. Zatin güçlü kitle örgütlerinin böyle bir kaygıları yoktur. Ancak düşünsel olarak zayıf ve üye kitlesi küçük olanlar bir siyasi partinin sözcüleri gibi davranırlar. Çünkü güçlerini oradan almaktadırlar.

Kitle örgütlerinin siyaset yapıp yapmamaları gerektiğine gelince: Onların yapmaları gereken en etkili siyaset, kendi kitlelerinin dayanışmasını sağlamak, hak ve çıkarlarını savunmak, tüzüklerinin gösterdiği yolda çalışmaktır. Bu konuda TÖB-DER’i örnek vermek mümkündür. Bu dernek, 1971’de TÖS’ün yerine kururulduktan dört yıl sonrasına kadar olumlu bir örnek oluşturur. 1975’den sonra o zamanki sol parti ve fraksiyonların derneği ele geçirmek için aşırı çabaları ve kullandıkları salt siyasi dil, TÖB-DER’i parçalamış ve işlevsiz hale getirmiştir.

Benim içinde bulunduğum çevrenin bu durumdan dersler çıkarması zaman aldı. 1976-1977’de bizim ekip Ankara’da “Yurtsever Öğretmen” adında bir dergi çıkarıyordu. Bu derginin yazılarında diğer öğretmen gruplarındaki gibi aşırı siyasi bir dil kullanılıyordu. Ben o tarihlerde Ankara dışında görev yapıyordum. Dergiye yazdığım bir mektupta, dildeki siyasi dozun düşürülmesini tavsiye ettim. Ertesi sayısında editörlüğün dergide yayımlanan cevabında “Yurtsever Öğretmen Siyaset Yapacaktır” deniliyordu… Dergi aynı üslupla 1978 başlarında kapanıncaya kadar yayına devam etti. Kapanması da siyasi partinin kararıyla oldu!

Bu yayıncılıktan ve örgütçülükten edindiğimiz deneyimi ve dersleri 1979’da hazırlıklarını yaptığımız ve Ocak 1980’de ilk sayısını çıkardığımız Öğretmen Dünyası’nda kullandık. Dergi yalnız eğitimle ve öğretmenlerin sorunları üzerinde duracaktı. Bir arkadaşın şu itirazını hâlâ hatırlarım: “Yalnız öğretmen sorunları ve eğitimle mi ilgilenecek?”

Bu anlayışa göre eğitim dar bir alandı. Yalnız bununla ilgilenmek yetmezdi. Öğretmen Dünyası, çıkış hedeflerine bağlı kaldı ve sonuna kadar yayın alanını hemen hemen eğitim ve öğretmenlerle sınırlı tuttu. Öyle olmasaydı, günümüze kadar da yaşayamazdı. Aslına bakılırsa en etkili “siyaset yapma” tarzı da budur.

Kitle örgütlerinde kullanılacak üslup çok önemlidir. Çalışmalarını kendi alanına hasreden bir kitle örgütü yöneticilerinin konuşmalarında ve bildirilerinde kullanacakları özgül bir dil olmalıdır. Bu dil kadın derneğinde kadın dili, öğretmen derneğinde ve sendikasında öğretmen dili, gençlik derneğinde ise gençlik dilidir. Bu dili oluşturmak ayrıca bir zekâ ve marifet de gerektirmektedir. Biraz çaba da ister. O alanın içinden yetişmek, o alanın sorunlarını bilmek ve kitlesini o dille ikna edip yetiştirmek zorunludur.

Bir parti tarafından kurgulanmış, yöneticisi parti tarafından belirlenmiş ve talimatlandırılmış, parti tarafından güdülen kitle örgütü olmaz. Bunu kamufle etmeye çalışmak da sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Bu aynı zamanda hem öyle olup, hem de öyle olmadığını iddia edenler hakkında “ikiyüzlülük” yargısını oluşturur.

Bu yazdıklarım, teorik bir çerçeve içindir. Parti ayrımı gözetmiyor. Fakat eğer bir de kitle örgütünü güden parti yanlış bir siyaset güdüyorsa işin fecaati daha da büyür!