Aslında hiç de yabancı olmadığımız bir duygu halindeyiz, İzmir (Sisam) depremi olduğu günden beri. Çok sık yaşıyoruz biz bu şaşkınlık, korku, çaresizlik, üzüntü, isyan hallerini öyle değil mi? Bütün bilimsel veriler ortadayken, yer bilimciler sürekli uyarırken, barındığımız binalarımızın durumu tescilliyken, bizim bunu yaşayacağımız, deprem gerçeğinden kaçamayacağımız gün gibi aşikarken; nasıl bir sağırlık, umursamazlık, duyarsızlık, boş vermişlik haline geçiyoruz hayatın olağan akışı içerisinde anlamak mümkün değil! Tıpkı Gabriel Garcia Marquez’in, “çocukluk yıllarında yaşadığı bir kasabada meydana gelen, herkesin bu cinayetin işleneceğini bildiği ama hiç kimsenin de engel olmak için hiç bir şey yapmadığını” anlatan kitabı Kırmızı Pazartesi’nde olduğu gibi…

Böylesi bir döngü daha ne kadar sürecek ve coğrafya kaderimizdir demeye daha ne kadar devam edip, izin vereceğiz millet olarak aciz kalmaya? Ben iyiliğinde, kötülüğünde kelebek etkisinde olduğunu düşünüyor ve inanıyorum. İlk olarak Amerikalı matematikçi, meteorolog Edward Norton Lorenz’in gündeme getirdiği  “Kelebek Etkisi” en basit tanımla; bir sistemin başlangıç verilerinde küçük değişiklikler yapıldığında öngörülemez ve büyük sonuçların doğabilmesidir diye açıklanabilir. Böyle bir kelebek etkisine, kelebeğin kanatlarını çırpmasına öyle çok ihtiyacımız var ki, bu ülkenin gidecek başka yeri olmayan olsa da gitmeyecek acılı insanları olarak…

Ortalama 75-80 yıl yaşam süresi olan insanın, en önemli temel ihtiyacıdır barınma ve beslenme olgusu. Eğer bu temel ihtiyaçlar giderilemiyorsa bir ülkede, geri kalan hiç bir şeyin önemi de yoktur, değeri de. Ülkenin dört bir tarafı oto yollar, köprüler, AVM’ler, recidens’larla donansa da ne anlamı vardır ki, o ülke de bir kişi bile kalmışsa güvenli bir barınağı olmayan, beslenemeyen gereği gibi? Milletçe böyle ise halimiz, bu durumdan sorumlu hissetmeli, huzursuz olmalı kendisini piramitin en üstteki karar vericisinden, eteklerindeki her bir bireyine kadar herkes… Sonra dönüp sormalı kendisine, nerede yanlış yaptığını ve nerede yapması gerekeni yapmadığını? Suçluluk hissetmeli ve itiraf etmeli ki, kelebek etkisiyle iyilik baş göstersin, umut yeşersin, vicdanlar sorgulasın, inanç doğsun, güvensizlik, nemelazımcılık, bencillik ortadan kalksın, hesap sorulsun piramitte ki hatalı parçadan..,

BELKİ O ZAMAN;

“Vazgeçilir oto yollar, köprüler yapmaktan, şatafatlı yaşamlardan; Ülkenin tüm kaynakları aktarılıp, ülkedeki her bir bireyin güvenli barınma ihtiyacı tamamlanıp, yeterli beslenecekleri gelirleri olana kadar,

Yaşadığımız her depremde olursa can kayıplarımız, yıkılırsa binalarımız, şimdiki gibi kimse suçlamaz birbirini, sorar kendisine “benim nerede ihmalim oldu, yapmam gereken neyi yapmadım” diyerek,

Piramitin en üstlerinde olan Bakanlık,  itici bir güç ve tüm sistemi şekillendiren, kelebek etkisi yapabilecek sorumlulukları olduğunun bilinciyle, politik atamalardan değil, liyakat sahibi, konusunda donanımlı, baskı altında olmayan kişilerden oluşur, 

Mevzuat; az ve öz, anlaşılır, tüm bilimsel verileri ile kamu yararına uygulanmasının kaçınılmaz olmasına olanak verir,

Bilgisiz, cahil beyinlerin, sırf parası olduğu için müteahhitlik yaparak tüm inşaat sektörünün patronu olmasına olanak tanınmaz belki,

Liyakatsız olarak kurumlara atanmış olan yöneticiler koltuklarını kaybetmemek adına, mahiyetinde çalışan teknik personele “sen yasa ve yönetmeliğe çok takıyorsun, takma o kadar” diyerek baskı altına alamazlar, çünkü bunun nelere mal olacağının bilinci ile utanırlar belki,   

Belediye Başkanları, belediyeciliğin sosyal belediyecilik ve şenliklerden ibaret olmadığını, asli görevlerinin kentleşme olduğunun bilincinde olarak uygulamalarında, bilimsel, sosyolojik veriler ışığında kentleşmeye ağırlık verirler,

Belediyelerde, yeterli sayıda ve politik nedenlerle baskı altında olmayan, aldıkları sorumluluğun bilinciyle ödün vermeyen donanımlı teknik personeller ile görev yapılır,

Müteahhit- vatandaş- mevzuat arasında kalan proje müellifleri, iş almak adına meslek etiğine uygun olmayan ilişkilerle projeler yapmazlar, 

Müteahhit ile mevzuat arasında kalan, çarkı çevirmeye çalışan yapı denetim şirketleri, sorumluluklarının öncelikli olarak meslek etiğine, kurallarına uymak olduğunu unutmayarak, imzacı denetçi teknik elemanlar ile çalışmamayı ilke haline getirirler,

Yapı denetim şirketinde görev alan denetçi teknik personeller, en ufak ihmallerinin nelere mal olabileceğinin bilinciyle, görevlerini yalnızca imza atmak olarak algılamayıp, gerçekten mesai harcayarak yaparlar. Hak ettikleri ücretleri alamıyorlarsa da, bunu bahane etmek yerine bu sektörde olmamayı tercih ederler,

Şantiye şefliğinin çerçevesi tam olarak belirlenip, müteahhidin emir eri olmaktan çıkartılarak, inşaatın her aşamasında bulunup, tam mesailerini harcamaları koşulu ile teknik elemana yaraşır ücretlerle çalışmaları sağlanır,

Şantiye şefleri, sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunun farkındalığı, bir anlık bıraktıkları boşluğun nelere sebep olacağının bilinciyle, bu görevlerinin asli iş olduğunu kabul edip, tam mesailerini harcarlar. Hak edilen ücreti alamıyorlarsa da bunu mazeret göstermeden bu görevi hiç yapmamayı tercih ederler,

İnşaatın yapım aşamasında bulunan tüm inşaat ustalarının, kriterlerin belirlendiği eğitimli “kalifiye eleman” olmaları koşuluyla, hangi inşaat ustasının, inşaatın hangi aşamasında çalıştıkları kayıt altına alınır. Onlar da piramitin önemli parçalarından olduklarını, bıraktıkları en ufak bir boşluğun nelere mal olacağının bilincinde ve hesap sorulabilir farkındalığında olurlar,

Proje aşamasından binanın yapı kullanma izin belgesi alma aşamasına kadar, meslek odalarının da (TMMOB) içinde bulunduğu kontrol mekanizması ile piramitin hatalı parçasının nerede olduğu anlaşılarak iş işten geçmeden telafi edilebilir olur,

Vatandaş öyle farkındalıklı olur ki, imar afları çıktığında, rağbet göstermez ve dönüp dolaşıp sağlıksız binaların altında kalma ihtimalinin, kendisine hiç te uzak olmadığını bilir,

Bilinçli vatandaş, bir ülkenin gelişmişliğinin; oto yollar, köpüler, AVM’ler, recidensler’dan değil,  tüm vatandaşların en temel hakları olan, güvenli barınma ihtiyaçlarının giderildiği ve yeterli beslenebilecekleri bir gelir düzeyinden geçtiğini bilir ve taleplerini öyle belirler,”

TÜM BUNLAR GERÇEKLEŞİR, KELEBEK ETKİSİYLE İYİLİK DOĞAR, UMUT YEŞERİR BELKİ…