Televizyon haberlerine, gazete küpürlerine, köşe yazarlarına göz gezdiriyorum.  Terminolojik ve içinde bolca etik kelime ekli yapboz cümleler arenası. Herkes toplanmış arenada gladyatör kölelerin dilleriyle vicdanların nasıl lekelendiğini seyrediyor. Gözüm geziyor da bu karnaval arasında gönlüm almıyor bir türlü. Nasıl alsın ki! İnsan ölümleri istatistik kurumu çalışanları gibiler. Vicdan termometresini keşfettiğini zanneden yandaş ahmaklar sürüsü. Kahvehanelerde bir çay için yancılık yapan beleş-işçiler . Oyunu kazanmak uğruna taş çaldığını gördükleri halde dalkavukça haksızlığı savunan haramzadeler kabinesi ve kabilesi. Kahve sahibine de yaranmak için bir değil üç çay yazdıran soyguncular çetesi. Bir kahvehaneden bakınca dünyaya bu kadar basit bir benzetmeyle anlatıyor herşey kendisini. Kahve sahibi büyük patron, ülkeler misali masalar, okeye dönerken feda edilen taştan insanlar, yanlarına da eğitimli yandaş yancılar. Ticaretin dönmesi için bağışıklık yapan tavşan kanı çaylar diye bağırdıkça meydancı ağzı sulanan politikacı usta oyuncular. İşine gelene kardeş, gelmeyene kalleş diyen,  İnsan ve haklarını kategorize eden, vicdanı kelek çıkanlar... Kazanan ve kaybeden üslubu üzerinde ince bir ipte cambazlık yapmaya çalışanlar. Savaşların kazananı olmadığını öğrenememişler. İnsan ve yaşamının bahsine giren kumarbazlar. Bir at kadar hissi olmayan hissedarlar. Zekâ insan için insanca kullanılırsa değerlidir, insanı ve değerlerini yok etmek içinse sadece eğer görevindedir.  “Atlar insanlar üstüne bahis oynamayacak kadar zekidir” diyen Bukowski’nin de tam yeridir. Bilinen yakın zamanlı, içimizi yakan, insanlığımızı utandıran meseleleri sıralamama gerek yok sanırım. Gündemlerimizin #Hashtag olduğu zamanlardayız. Mısır için #kardeşinasılıyor heştekiyle gözümüz haşır neşir dünden beri. İdama karşı olmak insan olmanın gereğidir . Ama sırtını emperyal hırslara dayamış, dinide kendine basamak yapmış, kendinden başka herkesi düşman gören İslam’ın en büyük düşmanı Müslümanları da kardeşim sayamam. Saymamam insana olan saygımdandır. Cihan padişahı Fatih’in dergâhın kapısında ağlarken içeriye neden kabul edilmediğini anlamamızda yatıyor biraz da gerçek. Vicdan samimiyet giysisini giydiğinde tamamlıyor birazda kendisini ne dersiniz.

Şimdi naçizane önerim şu hikâyeden anlamamız gerekendir:

Sezar’ın yanından ayrılmayan bir kölesi ve yapması gereken iki görevi varmış. Birincisi,  Sezar tahtına oturup kalkarken defne yaprağından tacını tutmak. İkincisi ve en önemlisi büyük halk kitlelerine hitap ederken kendinden geçmesin diye kulağına sürekli şu cümleyi fısıldamak.”-Unutma, hatırla. Sen bir insansın.”

Vedat Türkali’nin şiirinde anlattığı gibi ;

"................
Biliyorum bir gün karanlıkta
Kesecekler yolumuzu
Ya siz çocuklar
Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri
Çocuklar bizim dediğimiz
Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır
Mal değil mülk değil istediğimiz
Size namuslu bir dünya bırakmaktır."