Başlığa bakıp Knut Hamsun’un “Açlık” romanından söz edeceğim düşünülmesin. Romanı ne kadar beğenirsem beğeneyim, Kunt Hamsun’un Hitler hayranı çıktığını öğrendikten sonra bu roman hakkında söz söylemeye elim gitmiyor. Gerçi romanın değeri ayrı bir konu, yazarın Hitler hayranlığı ayrı bir konu diyenler de oluyordur.

Türkiye’deki açlıktan söz etmek istiyorum.

TBMM Genel Kurulu’nda 2021 bütçesi için yapılan konuşmalarda CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın “ … millet aç perişan. Evet, herkesin midesine bir şeyler giriyor, kuru ekmek giriyor” sözlerine, AKP Denizli Milletvekili Şahin Tin’in “Kuru ekmek yiyorlarsa, aç değiller” sözlerini hatırlayanlar vardır.

“Kuru ekmek yiyorlarsa aç değiller” sözüne AKP’min 19 yıldır yoksul halka bakış açısı deyip geçen olabilir, ama yaşanan sorun insanların yaşamını ciddi anlamda etkilediği için özerinde durmak gerekiyor.

Türk – İş’in Aralık ayında yaptırdığı “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” araştırmasında Türkiye’de açlık sınırının 2 bin 592 liraya, yoksulluk sınırının ise 8 bin 436 liraya yükseldiğini açıkladı. Bu yıl çalışanlar için belirlenen asgari ücret ise 2 bin 826 lira oldu.

Asgari ücret bir yıl için geçerli olacak biçimde belirleniyor. TÜİK enflasyonunu %14 olarak açıklasa da, gerçek enflasyonun çok yüksek olduğu konusunda herkes hemfikir olmalı. Özellikle mutfaktaki enflasyonun %35 – 40 civarında olduğu düşünülürse bu yıl için belirlenen asgari ücretin birkaç ay içinde açlık sınırının da altına düşeceği görülecektir.

Halkı yoksulluğa, hatta açlığa mahkum etmek bugün için ortaya çıkan bir sorun değil. Pandeminin etkisiyle yaşanan ekonomik krizin faturasını çalışanlar daha derinden hissetmeye başlasalar da, 19 yıldır uygulanan sistematik bir programın sonucunda işsizlik-yoksulluk sarmalı ile bugüne geldik.

AKP’nin ilk kez hükümet olduğu 2003 yılında Türkiye’de asgari ücretle çalışanların oranı % 9 iken, bugün bu oran %41 olmuş. Avrupa Birliği’nde bu oran %7.

Sorun sadece asgari ücretle çalışanların sayısının artması da değil. AKP kedine bağımlı gerici sendikalar kurdurup, çalışanları çeşitli baskılarla bu sendikalara geçmelerini sağlaması bir yana, asıl olarak sendikasızlaştırmayı kendine görev biçti. Çalışanlar kendi hakları için greve gidebilmesi neredeyse imkansız hale getirildi. Hükümete rağmen hak ve özgürlükleri için grev yapan ya da demokratik haklarını kullananlar ise teröristlikle suçlanma durumuyla karşı karşıya bırakıldı. Bütün bunlar asgari ücrete mahkum ucuz işgücü ve yoksulluğu, hatta açlığı derinden hisseden yığınlar yaratmak için planlı, programlı hayata geçirilen politikaların bir sonucudur.

Yaşanan bu sorunların bir insan hakları sorunu, hatta özgürlük sorunu olduğunu unutmamak gerekiyor. Bir insanın cebinde bir yerden bir yere gidecek parası olmadığında, ülkenin yasalarında “Bu ülkede seyahat özgürlüğü vardır” gibi yazılan sözlerin bir anlamı kalmıyor; çünkü parası olmayan birinin seyahat özgürlüğü elinden alınmıştır. Yoksulluğa mahkum edilenlerin hayattın hemen hemen her alanında özgürlüklerinin ellerinden alındığını bilmek gerekiyor.

İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak ya da karşılayamamak da bir insan hakları hatta yaşam hakkı sorunudur. Bu sorunu görmek için insanların açlıktan öldüklerini görmek gerekmiyor.

Görünen o ki açlık ve yoksulluk sorunu giderek daha büyüyecek. Rant ve talan ekonomisinde halkı içine düştüğü bu ortamdan kurtaracak küçük bir umut ışığı gözükmüyor. İktidar kanadında halkı bu yoksulluktan kurtaracak bir düşüncenin olduğunu söylemek de mümkün değil.

Sosyal devlet insanların barınma, beslenme, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan devlettir. Türkiye’de bunun tam tersi oluyor.

AKP rant düzenini sürdürebilmek için kendilerine muhtaç bırakılmış insanlar yaratmayı öncelikli hedeflerinden biri oldu. AKP giderse sosyal yardım alamazsınız korkusuyla yoksul yığınları kendisine oy deposu olarak gördüğü için, nemalandığı bu yoksulluğun ortadan kalkması işine gelmez.

Yaşanan yoksulluk ve daha fazla hissedilmeye başlanan açlık sorunu giderek derinleşecek. İzmir’de bir gevereğin iki lira, İstanbul’da iki buçuk lira olduğu bir zamanda üç öğün simitle karın doyurma lüks hale gelebilir.

Birkaç yıldır derinleşerek kendisini daha çok gösteren ekonomik kriz pandemi ile birlikte insanları çaresiz bıraktı. Özellikle restoran ve kahve sahipleri, buralarda çalışanlar salgın sonrası ortaya çıkan işyeri kapatmalarında korunmasız bırakıldılar. İş yerine kilit vurmalar bugün artmış olsa bile, bundan sonra icralar, kepenk kapatmalarla daha çok karşılaşacağız. Bu durum milyonlarca olan işsizler ordusuna yeni işsizler katmakla kalmayacak, psikolojik, kültürel ya da başka başka sorunları da tetikleyecektir.

Bugün CHP’li belediyelerin düzenledikleri askıda fatura, çocuklara süt dağıtma, köylünün ürününü sosyal yardımlar için satın alma, öğrencilere burs gibi sosyal yardımları, İzmir depreminde halkın gösterdiği dayanışma örnekleri de karşı karşıya bulunduğumuz sorunların çözümünde yeterli gelmeyecektir. Zaten bu sorun belediyelerin sosyal yardımları ya da insanların dayanışma duyarlılıkları ile çözülebilecek bir sorun değildir. Bu görev devletin çözmekle yükümlü olduğu en temel görevidir.

Ne yazık ki yaşanan sorunları ortadan kaldıracak devletin elle tutulur bir programı yok. Beton üzerinden ranta dayalı bir ekonomik programın sorunların çözmesini beklememek gerekiyor. Üretime dayalı, gelir adaletsizliğini en asgariye indirecek bir ekonomik model hayata geçirilmediği müddetçe işsizlik, enflasyon, yüksek kur, yüksek faiz kısır döngüsü devleti teslim alacaktır.

Bu döngü ya da iktidarın ranta dayalı, yandaşı koruyan, halkı güvencesiz bırakan ekonomi programı devam ettikçe bugün karşımızda duran açlık sorunu ile daha çok karşılaşmak durumunda kalacağımızı şimdiden görmek gerekiyor.