27 Mayıs 2013'den bugüne 9 ayı geride bıraktık. Gaz maskesi, baret, tülbent, Talcid, süt, keskin zeka, hiciv ve sosyal medya ile yoğurulan koca bir 9 ay. Korkunç suçlamalar, yalanlar, zulümle, gaz bombaları, TOMA'lar, plastik mermiler, göz altılar, tutuklamalar, davalar, ölenler, yaralılar ile kendi deccalını ve kahramanlarını yaratan bu dönemde toplumun her kesimi de kendince bir hayat dersi aldı ve toplum içindeki duruşunu yeniden sorguladı.Saflara ayrılmak istenen toplum Gezi Parkı'nın o daracık alanında ayrışmadan, kendine has o sezgisel duruşuyla bütün yalanlara, iftiralara ve baskılara karşı durdu ve beklenmedik şekilde politikleşti. Daha doğrusu artık süregelen düzene karşı politik bir tavrın sonuç getirmeyeceği algısıyla sakladığı, unuttuğu politik gücünü tekrar hatırladı.

Uzun süredir toplumun politik tercihlerini gösterdikleri tek yer olan sandık ise kapıda artık. 27 gün sonra ilk sandık buluşması yaşanacak. Ancak, bu sefer toplum sandık dışında da politik bir varlık olarak gücünü ve varlığını gösterebildiğini fark ettiği için bu seçimlerin daha büyük bir önemi ve farklılığı var. Zaten değişmiş olan seçim koşullarına bir de mevcut iktidar koalisyonunda oluşan kavga da eklenince seçimler daha zor ve sert bir iklimde yaşanmak zorunda kalıyor. Kavgaya tutuşmuş olan bu koalisyon ortaklarının kanlı ve acımasız savaşını tüm ülkede kimisi "Vay anasını. Neler de yapmışlar," diye, kimisi "Yok canım, daha neler? Başka bir şey çıkar bunun altından." diyerek izliyor. Gezi'de etkin bir politik güç olarak varlığını oldukça güçlü şekilde ortaya koyan toplumsal kesimler ancak bu koalisyon kavgası sonucu ortaya çıkabilen dinleme kayıtları ile birçok pisliği görüyor ve gördükçe aslında bu kavganın dışında ve daha edilgen bir hale dönüşüyor. Kavganın her iki tarafının da gündemi ele geçirme çabası ve seçimlerin getirdiği siyasi sokak hareketliliği sonucu oluşan bilgi bombardımanı ile toplum bir oraya bir buraya bakmaktan kendi toplumsal politik gücünü ne şekilde kullanacağını bilemiyor ve yavaş yavaş sahnenin kenarına doğru itiliyor.

Demokratik teamüller gereği, geçtiğimiz bu 9 ay içinde toplumun politik gücünü aksiyona çevirerek bunu siyasi bir yapı altına alması beklenen siyasi güç odakları, partiler ve entelektüel yapıların verdiği sınav da pek başarılı sayılmaz. Gezi süreci içerisinde birçok siyasi yapı farklı düşüncelerine rağmen bir arada durarak önemli ve ülke tarihinde eşi olmayan bir başarı kazandı. Anarşistler, sosyalistler, yeşiller (aktivistler), sosyal demokratlar, ulusalcılar, liberaller, azınlıklar, LGBTİ hareketi, taraftarlar, Kürt siyasi oluşumları, (her ne kadar destek olmadık deseler de) milliyetçiler hatta mevcut iktidarın oy deposu olarak gördüğü mütedeyyin kesimlerin tümü Gezi'de bir araya gelmeyi başardı. Peki bu kesimlerin Gezi süreci ve sonrasından bugüne kadar takındıkları tutum ve sonuçları ne oldu? Gezi, bu birbirlerinden ayrı dünyalardaki insanları ve olaylara karşı algılarını nasıl etkiledi? Bunun için sanırım her bir siyasal oluşumun tavırlarını ayrı ayrı ele almak gerek. Ben de kendi gördüğüm ve bildiğim kadarıyla bunu yapmaya çalışacağım.

Anarşist ve Sosyalist camia doğası gereği Gezi'yi sahiplendi ve Gezi direnişinin uzun soluklu bir direniş olarak devam etmesinde önemli bir rol oynadı. Gezi'nin ilk günlerinden itibaren fitili ateşleyen doğa aktivistlerine destek verdiler. Bu hem aktivistlerin dirençlerini arttırdı hem de dayanma imkanı sağladı. Bu durum doğal olarak anarşist ve sosyalist düşüncedekiler için bugüne kadar anlatamadıkları her şeyin canlı olarak yaşandığı bir laboratuvar gibiydi. Bu laboratuvarı da canla başla sahiplendiler. Taksim Komünü'nün oluşması ile de beklenen devrimin yapılabileceğine inandılar. Bu inançla Gezi'nin devamında eylemliliğe devam ederken toplumla olan bağı kuvvetlendirmeye çalıştılar ama bu beklendiği kadar büyük reaksiyon vermedi. Sanırım ortaya çıkan dinlemeler ve rezillikler olmasa Gezi'nin asıl kalabalığını oluşturan diğer siyasi bileşenlerin rüzgarı altında ezileceklerdi. Bu 9 ay boyunca sosyalistler, anarşistler ve aktivistler toplumun vicdanı olarak doğruları haykıran küçük ama etkin bir topluluk haline geldi. Daha önemlisi, kendilerini daha geniş kitlelerle buluşturabilecek yeni medya imkanlarını keşfettiler. İnternet ve sosyal medya üzerinden mevcut devlet yapılanması ve ekonomik eşitsizlikleri duyurma konusunda daha etkin hale geldiler. Yine de Gezi'de yer almış diğer büyük kitlelere ulaşırken siyasi olarak Gezi sonrasında dışlanmış olduklarını düşünmeleri nedeniyle Gezi'nin diğer bileşenleri ile sen yaptın ben yaptım çekişmesine girmesi eylemlerde bulunan diğer kitleler ile aralarına yine kendi kendilerine bir çit örmelerine neden oldu.

Sosyal demokratlar ve ulusalcılar ise Gezi'nin büyük kalabalığını oluşturan çoğunluğuydu. Geçmişte kendisinin yanında gördüğü ordunun son 10 yıl içinde nasıl evrildiğini ve hapse atıldığını görmüş ve bu ağır yenilgiden kurtulmanın yollarını bulmaya çalışıyordu. Evinde her gün sinirden tırnaklarını yerken ve hiçbir şey yapamazken birden sokakta bir güç olduğunun farkına vardı. Omuzu bol yıldızlı komutanların ordusu olmak yerine kendisi bir ordu olabileceğini gördü. Tabii ki, eski alışkanlıklarla kendisini Mustafa Kemal'in Askerleri olarak adlandırdı. Aktivistlerin ve sosyalist, anarşist ekiplerin yanında o kadar kalabalıktılar ve beklenenden daha fazla dirençliydiler ki, tüm diğer farklı katılımcıların kabulünü gördüler. Ayrıca, olayları parlamenter siyasetin içinde tutarak siyaset masasından zaman içinde eylemcilerin tümünü ezecek bir malzeme olmasının önüne geçti. Ancak, sosyal demokratlar ve ulusalcılar Gezi ve sonrasında ortaya çıkan değişim taleplerine karşı tutarlı ve radikal düşünceler ve öneriler üretemedikçe hem Gezi'den kendilerini iktidara taşıyabilecek bir güç kazanamadılar hem de Gezi'ye katılan insanların umutlarını söndürdüler.

Kürtler ise, Gezi'nin hem kalabalık hem de en sağlam ekiplerinden biri olarak başından itibaren Gezi'nin itici güçlerinden biri oldular. Özellikle, eylem yapma ve polise direnme konusundaki yüksek pratikleri doğal olarak eylemin en önemli dayanaklarından ve ateşleyicilerinden biri oldu. Eylemin parlamenter siyaset zeminine çekilmesini de ilk olarak sağlayanlardan biri Kürt siyasileri oldu. Ancak, Kürt siyasetçilerinin eylemlere karşı zigzaglı yaklaşımları eylemciler arasındaki birliği bozmasa da siyasi zeminde tutarlılığını olumsuz etkiledi. Buna Gezi'ye salt bir Türk sonunu olarak gören bazı destekçilerinin yaklaşımları da eklendi. Yine de Kürt siyasetinin içindeki bireylerin Gezi ve sonrası eylemler ile ilgili ortak müşterekte buluşması belki de Gezi'nin bu ülkeye sağladığı en büyük kazanım oldu. Zira, devam eden barış süreci görüşmelerinin siyasal olarak ne şekilde yürüdüğünü açıkça bilmesem ve sadece tahminde bulunabilir olsam da Gezi'nin ve sonrası sürecin barışa ve ortak yaşama siyasilerin ortaya koyduğundan daha fazla katkı sağladığından eminim.

LGBTİ aktivistlerine ve LGBTİ bireylere de kesinlikle ayrı bir yer açmak gerek. Eylemin ilk gününden itibaren bugüne kadar duruşunu belki de hiç değiştirmeyen, sapasağlam duran bu bir avuç mangal yürekli insan, hem varlıklarını çok daha yüksek sesle duyurabilme hem de bu sese bir karşılık bulabilme imkanına sahip oldu. Başından beri gördükleri şiddeti ve aşağılamayı görüp başını çevirenlerin en azından bir kısmı durup onları da dinler oldu. Onlar da ilk gün ne diyorlarsa yine aynı şeyi, eşit olma isteklerini ve toplumda herkes gibi birey olabilme taleplerini söylüyorlar. Ha, bu arada aslanlar gibi de meydanda savaşmayı biliyorlar. O yüzden, bu son 9 ay içinde belki şiddet görmeye, aşağılanmaya devam ediyorlar ama bunu daha fazla duyurabilmeye ve daha fazla destek almaya başladılar.

Azınlıklar tabii ki yıllardır yaşadıkları baskıya karşı koymak için iyi bir fırsat buldular Gezi ile. Hrant Dink cinayeti ile acıları taze olan ve olayların olduğu bölgelerin eski sakinleri olarak bildikleri sokaklara çıkıp desteklerini esirgemediler. Bu geçmişten beri gelen politik tutarlılıkları için de gerekli bir durumdu ve Gezi sonrası süreçte de devam etti.

Gezi'nin birleştiricisi ve kitleselleşmesini sağlayan şey ise futbol oldu tabii ki. Özellikle başta Çarşı grubu ile başlayan ve diğer takımlarca da desteklenen İstanbul United kavramı eylemlerin birleştirici çimentosu oldu. Gezi sonrasında da eylemlerin ve yaşananların gündemden düşmemesi ve penguen medyası marifetiyle eylemlerin içeriğini bilmeyen daha apolitik kitlelere eylemin amacı ve ruhu aktarıldı. Sol ağırlıklı örgütlerin ve meslek örgütlerinin çeşitli konularda (internet yasası, anmalar, vs.) yaptıkları eylemler ile taraftarların statlardaki eylemliliği Gezi ruhunun bugüne kadar gelmesinde ve unutulmamasında önemli etken oldu.

Gezi eylemleri sırasında belki de en beklenmedik şeylerden biri de mütedeyyin kesimlerden ve milliyetçilerden olan katılımlardı. Milliyetçiler doğal olarak daha çok kendilerine daha yakın gördükleri ulusalcılarla beraber hareket ettiler ve sanılandan daha kalabalıktılar. Ancak, Gezi sonrası normal hayatlarına döndüler ve Gezi'nin varlığına gözlerini kapadılar. Belki de kutsal devlet düşüncelerine ulaşamayacaklarını düşündüler, belki de bunu bir sosyalist devrim provası olarak gördüler ve oldukları yeri unuttular. Ancak, Gezi'ye katılan mütedeyyinler bunu yapmadılar. Bugüne kadar beraber yürüdükleri din simsarlarına arkalarını dönmeye başladılar. Bu grubu sadece Antikapitalist Müslümanlar olarak görmek bence hatalı. Evet, Antikapitalist Müslümanlar gerek söylemleri, gerek duruşları ile geçtiğimiz 9 ay içinde Gezi öncesi kendilerine benim gibi şüpheyle ve biraz da alayla bakan bir sürü insanı şaşırttı ve saygısını kazandı. Onların eylemlere dahil olması diğer mütedeyyin insanların da eyleme katılmasında etkili oldu. Ancak, Antikapitalist Müslümanlar gibi düşünmeyen geniş bir mütedeyyin insan grubu da başörtüleri ile Kur'an'ları ile orada olanları gördü ve kendilerini kandıranların safından ayrıldı. Fakat, bu insanlar için gidecek adresin olmaması ve geçen bu 9 ay içinde onların durduğu yere bakan alternatif bir siyasi söylem oluşmaması bir kısmını yine eski adrese geri dönmek zorunda bıraktı. Büyük bir çoğunluğu (ki bu çoğunluğun eyleme katılanlar dışında da olan büyük bir kesim olduğunu kabul etmek gerekir) yaşadığı bu boşluk doldurulmadan da Gezi'de talep edilen ve tutkuyla söylenen özgürlük türkülerini söylemek pek mümkün değil.

Gezi belki de en fazla liberalleri zorladı. Burada gerçek anlamda liberalizm doktrinlerini bilen ve buna göre siyasi duruş sergileyenleri gerçekten az sayıdaki insanı kastetmiyorum. Bu liberal azınlık doğal olarak değişim ve özgürlük taleplerinin yanında yer aldı ve almaya devam ediyor. Ancak, çakma liberaller (ki asıl kendisine liberal diyen büyük kitle bu sınıfa giriyor) Gezi ile birlikte büyük bir bölünme içine girdi. Bir kısmı liberalliği sadece ekonomik bir bakış açısı sanıp mevcut düzeni bozulmasın diye harekete cephe alarak ağır bir savaş başlattı. Diğer kesim ise biraz vicdanlarının sesi ile biraz da Gezi'ye katılan büyük sayıdaki beyaz yakalı katılımcı sayısı nedeniyle Gezi'ye yakın durmaya karar verdi. Gezi sonrasında ise oluşan piyasa dalgalanmaları sonrasında bir kısmı yine kurulu düzenini kurtarmak için iktidara yanaşmaya çalışırken bir kısmı da gelen daha büyük dalgayı fark edip desteğe devam etti.

Sonuç olarak Gezi'den sonraki 9 ay, Gezi'de sokakları dolduran, hiç bir organizasyon olmadan bir arada yaşayabilmiş, ortak sözler üretebilmiş insanların, bu ortak sözleri bir araya toplayıp tek bir söz ve talep haline getiremediği bir dönem oldu. Bunu ilk önce tarafların kendileri beceremedi. Kim daha Gezici tartışmaları, mevcut siyasetin Gezi'yi hem Gezi'ye saldırmak hem iktidara saldırmak için bir silah olarak kullanma gayreti, yapılan eylemlerin gittikçe sol bloklar içinde sıkışması bunlara neden oldu. Taraflar bir araya gelerek ortak bir manifesto üzerinde kafa yormak, Gezi'den toplumun kendisi tarafından inşa edilmiş, yaşanabilir bir ülke yaratmak yerine kendi konumlarını ve/veya örgütlerini öne çıkarma telaşına girdi. Gezi ile ulaşılan büyük kitleye kendi doğrusunu anlatma çabasına giren her oluşum da yavaş yavaş yalnızlaştı.

Şimdi herkesin önünde yeni bir imkan daha var. Ortaya çıkan dinlemeler, yolsuzluklar, yaşanan ölümler, Roboski/Uludere'ler, Heval'ler, Phasellis'ler HES'ler ile Gezi sırasında iktidara destek veren (ya da destek verirmiş gibi yapan) Cemaat ve hükümetin savaşı sayesinde bu birliği yeniden sağlamak mümkün. Bunun için illa sokaklarda gaz solumak, dayak yemek de gerekmiyor (bu demek değil ki gerekirse sokağa çıkılmaz, söylediğim bu değil). Gezi'de yaşanan şiddetin de, Roboski/Uludere'de atılan bombaların da, Reyhanlı'da patlayan bombaların da, yakalanan TIR'ların da nedeni bugün değil. Bu iktidar değil başka bir iktidar da bunları yapabilirdi. Dün Güneydoğu'da köyleri bu iktidar yakmadı yarın da bir başka iktidarın neler yapabileceğini bilemeyiz. Ancak, bir parça yeşil için ülkenin her şehrinde birbirinden farklı düşünen, hisseden ve yaşayan 3,5 milyon insan tek bir sesle haykırabildiyse bu sesten ortak bir söz yaratmak mümkün. Bu ortak sözle yeniden bu ülkeyi kurmak zorundayız. Bunu Ali İsmail'e, Abdullah'a, Ethem'e, Medeni'ye, Ahmet'e, Mehmet'e, Mustafa Sarı'ya, Berkin'e, Lobna'ya ve daha bir sürü gözünü, kafatasını kaybeden, yaralanan insana borçluyuz.

Sorun 27 gün sonra yaşanacak seçimler değil. Sorun neyi seçtiğimiz ya da seçeceğimiz değil. Evet, bu seçim en azından iktidara toplumsal bir uyarı olarak tarihte yerini alabilir. Ama asıl sorun, iktidarda oturan mı (ki evet o da bir sorun kabul) yoksa iktidar olma şekli ve o iktidarın halktan bağı kopmuş, korkutucu gücü mü? Eğer ikincisi demiyorsan o zaman hala mevcut devlet sistemine nasıl güveniyorsun? Bir iktidar savaşıyla ortaya çıkan bu pisliği, bu yalanı ve bu talanı bu savaş olmasaydı hiç bilmeyecek, bilsen de ispat edemeyecektin. O zaman iktidarın Recep, Kemal, Ali, Veli olması ne kadar önemli?

Sırf bir iktidar savaşı, zalim bir iktidar koalisyonunun bozulması sayesinde öğrendiklerimiz bizlere iktidarın da, duyduklarımızın da, gördüklerimizin de  birer sonuç olduğunu göstermiyorsa, bu kadar insan niye canını kaybetti, niye sakat kaldı? Evet, Ali İsmail'i döverek öldüren insan müsveddesinin peşini bırakmamak, cezasını alıncaya kadar takip etmek gerek. Ethem'i vuran polisin cezası kesilmeli. Peki yarının Ali İsmail'leri, Ethem'leri kim olacak? Yine adalet için onların peşinde koşabilecek miyiz? İmkanımız olacak mı buna? Bugün savaşanların yarın barışmayacağından nasıl emin olabiliyorsunuz bu kadar, dün bir savaşa girebileceklerine bile inanmazken? O yüzden romantik devrim hayallerimizi, Kurtuluş Savaşı hikayelerinden bugüne meseller üretmeyi, barış için iktidarla hesap kitap yapmayı, küçük hesaplarımız için 9 ay önce gözüne Talcid'li su sıkıp seni peşindekilerden saklayanların hayallerine hıyanet etmeyi bırakmamız gerek. Ortak bir sesimiz var şimdi enerjimizi ortak bir söz oluşturmak için harcamalıyız. Yoksa, bizim sözümüz yerine dinleme kayıtlarındaki sözleri dolduracak her yeri. Sandıklar, dinleyen ile dinlenenin savaşının galibini için kurulacak. Sen, ben, hepimiz de bizim bugün olduğu gibi içinde olmadığımız ama adı yeni olan bir düzende savrulup gideceğiz. Bir kez bir araya gelip akorda bile gerek duymadan aynı sesi çıkarabildiysek yine ortak sözler bulabiliriz. Aramak ve bir araya gelmek gerek sadece.