Dünyanın daha önce hiç görülmemiş küresel bir salgınla (pandemi) pençeleştiği bir dönemi yaşıyoruz. Pek çok ülkeye ve neredeyse tüm kıtalara hızla yayılan COVID-19, tarif edilmesi çok zor acılara, toplumsal sorunlara ve derin ekonomik hasara neden olmakta. WWF-Türkiye’nin yayınladığı yeni bir rapora  göre “kriz, daha önce görülmemiş bir hızla yayılsa da yeni koronavirüs aslında, Ebola, AIDS, SARS, kuş gribi ve domuz gribi gibi son yıllarda ortaya çıkan bir dizi hastalığın en son örneği. Tüm bu hastalıkların ortak özelliği hayvan kaynaklı olması.” 

İnsanoğlunun doğayı aşırı şekilde sömürmesinin yeni hastalıkların yayılmasını tetikleyen esas etkenler olduğuna dair söylemler de her geçen gün artıyor. Yaşam şeklimizle dünya üzerindeki karasal alanların dörtte üçünü ve denizlerin üçte ikisini önemli ölçüde değiştirdik. Bu değişiklik o kadar büyük ki, gezegenin Antroposen adı verilen yeni bir çağı yaşadığı ifade ediliyor. Yaban hayatı, hayvancılık faaliyetleri ve insanlar arasındaki etkileşimin artmasıyla sonuçlanan arazi kullanımındaki değişiklikler yeni bakteri ve virüs tipleri de dâhil olmak üzere çeşitli hastalıkların yayılmasını tetikliyor. 

Diğer yandan virüslerin hepsi insan sağlığı için zararlı değil. Virüsler, bakteriler ve diğer mikroorganizmalar 3,8 milyar yıldır yeryüzünde hayati bir rol oynuyor. Çoğunluğu kesinlikle zararsız ve ekosistemler ve insan sağlığı için gerekli. 

İNSANIN VE GEZEGENİN SAĞLIĞI BİR

Doğanın tahrip edilmesi ve ekosistemlerin değiştirilmesi, yabani hayvanların yasadışı veya kontrolsüz ticareti ve yaban ve evcil türlerin hijyenik olmayan koşullarda bir araya getirilmesi ve satılması, virüs gibi patojenlerin yaban ve evcil hayvanlardan insanlara geçme ihtimalini yükselttiği aşikâr. Koronovirüs salgını, insanın ve gezegenin sağlığının birbiriyle yakından ilişkili olduğunu anladık mı? Bugün yaşadığımız kriz, insan ve doğa arasındaki ilişkinin, mevcut ekonomik kalkınma şekliyle devam edemeyeceğinin sizce de en açık göstergesi değil mi? Bu sistemin barındırdığı riskler ve gelecekte kendimizi nasıl daha iyi koruyabileceğimiz üzerine bir an önce derinlemesine bir analiz yapmamız gerektiğini gözler önüne sermedi mi?

Doğal ekosistemler, biz insanlar dâhil, tüm canlıların beslenmesinde önemli rol oynar ve yaşamı destekler. Bu ekosistemleri, kapsamlı bir korunan alanlar ağı yaratarak ve etkin koruma faaliyetleri yürüterek koruyabiliriz.
KORUNAN ALAN NEDİR? 

Korunan alan, pek çok canlının – nesli tehlike altında olan bitki ve hayvan türleri dâhil - birlikte yaşam imkânı bulduğu, çeşitli ekosistemlerin (sulak alan, orman, bozkır vb.) korunması için bilinçli ve planlı faaliyetlerin gerçekleştirildiği yerdir. Doğal alanların yerleşim, tarım, sanayi, vs için büyük ölçüde dönüştürüldüğü günümüzde korunan alanlar elimizdeki son savunma kaleleridir. Korunan alanlar artık sadece simgesel karasal ve denizel peyzajları korumak ve nesli tükenmekte olan yaban hayatına yaşam alanı sağlamak için değil, aynı zamanda yerel toplulukların geçimine katkıda bulunmak, yerel ve ulusal ekonomiyi turizm gelirleri ile desteklemek, balıkçılığı idame ettirmek, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve adaptasyonunda da önemli bir rol oynadığı için de oluşturuluyor.

İzmir çevresinde de sekiz tabiat parkı, on tabiat anıtı, iki yaban hayatı geliştirme sahası, bir uluslar arası öneme sahip sulak alan, iki özel çevre koruma bölgesi bulunuyor. Bunlardan Gediz Deltası, Foça ve Ildır-Karaburun Körfezi Özel Çevre Koruma Bölgeleri en büyük olanları ve sadece flamingolar, Akdeniz fokları, ada martıları, ada doğanları ve çok sayıdaki diğer bitki ve hayvan türleri için değil, İzmir halkı için de son derece hayati öneme sahip doğal alanlardır. 

KORONA SONRASI GÜNDEM

Koronavirüs salgının hepimizi kaygılandıran etkileriyle mücadele ederken, devam etmekte olan ve en az COVID-19 kadar geleceğimizi tehdit eden doğa ve iklim krizlerini göz ardı edemeyiz. Hükümetlerin yasal bağlayıcılığı olan yeni bir yol haritası oluşturması kaçınılmaz. Bu ve benzeri yol haritalarının hayata geçirilmesindeyse yerel yönetimlerin rolü çok önemli. WWF-Türkiye buna ‘Doğa ve İnsan için Yeni bir Anlaşma’ diyor. Bu anlaşma ile “doğadaki ayak izimizi yarıya indirmek, doğal habitatların kaybını ve canlı türlerinin yok olmasını durdurmak” hedeflenmeli.

Doğal ekosistemlerimizi korurken, bozulan ve tahrip edilmiş olanları da yeniden eski sağlıklı hallerine döndürmek (restorasyon) için harekete geçmemiz gerekiyor. Bu, önümüzdeki yılların en önemli doğa koruma faaliyetlerinden biri olacağa benziyor ki Birleşmiş Milletler, 2021-2030 dönemini Ekosistemi Onarma On Yılı ilan etti. 

Ekosistemlerimizi korumak ve hastalıkların kontrolü gibi sağladıkları hizmetleri geri kazanmak, insanın ve gezegenimizin sağlığını korumanın ayrılmaz bir parçası. Koronavirüsün yaralarını sararken, gelecekte yaşayabileceğimiz benzer krizlerin önlenmesinde doğanın gücünü idrak ederek onunla uyumlu yaşamanın yollarını bulmak mecburiyetindeyiz. Gezegenin sağlığı, kendi sağlığımız ve refahımızın da temelidir