Unutmadık...
Unutmayacağız...
Unutmamalıyız!
Unutursak, 'onlar'dan farkımız kalmaz.
Unutmazsak, cüretlerini kırarız.
Unutmazsak, bir kez daha düşünmek zorunda kalırlar kirli düşüncelerini eyleme geçirmek için.
Bakın ne diyor Metin Altıok'un kızı Zeynep;
''Bizim duygularımızı tahmin etmek hiç zor değil. Etkili haber için gözyaşlarımızın, acılarımızın peşinde koşmayın. Gerçekleri yazın, yalnızlığımızı, çaresizliğimizi yazın.''
O'nun babası yandı...
O'nun babası yakıldı.
Babası eceliyle ölenler onu ne kadar anlayabilir?...
Onun içindeki yangını ne kadar hissedebilir ki?
Benim babam da eceliyle öldü.
Acısını onun kadar hissedebilmem mümkün değil belki ama elimden gelen yazmaktı... yazdım.
Yazmaya da devam edeceğim.
Aynı zihniyet sürüyor çünkü.
Üstelik Demokles'in kılıcı gibi tam başımızın üzerinde... Her an inmeye hazır!
..............................................................................................................................................
Ayrımcılığın en tehlikeli olanlarından biriydi mezhep ayrımcılığı... Hala da öyle.
Ve bunu yapmaması gerekenlerin başında gelen Tayyip Bey daha birkaç gün önce ne dedi bakın;
''Reyhanlı'da 53 Sünni vatandaşımız şehit edildi''
Ne şimdi bu?
Neresinden tutsanız, elinizde kalacak bir cümle!
Üstelik söyleyen Başbakan!
..................................................................................................................................
Pir Sultan Abdal, Sünni değil, Alevi idi.
Çok değerli bir halk ozanı idi.
Sivaslı idi.
Sivas'ta her yıl adına şenlik düzenlenir, anılırdı.
1993 yılının 2 Temmuz günü de yurdun dört bir yanından ozanlar, yazarlar, sanatçılar Sivas'a geldiler anma törenleri için.
Tayyip Bey'in, tıpkı onun gibi düşünen 'sünni' vatandaşları karşıladı onları...
Taşlar, sopalar, bıçaklar ve meşalelerle!
Kaldıkları otel ateşe verildi.
Linç edilmek istendiler.
Direkt olarak canlarına kastedildi.
Gerekçeleri insanlık dışıydı;
Çünkü, onlar 'Alevi'ydi...
Çünkü, onlar 'dinsiz'di...
Çünkü, onlar 'Allahsız'dı!
''Allah-ü ekber'' nidalarıyla saldırdılar.
'Allah adına' diyerek, diri diri yaktılar 35 can'ı!
33'ü konuk, 2'si otel görevlisiydi.
İki göstericiyi saymıyorum.
Çünkü, ben onları insan olarak kabul etmiyorum.
Cana kastetmişlerdi, canlarından oldular... İlahi adalet!
Peki ya gerçek adalet?
Hukuk nasıl işledi bu yaratıklarla ilgili?
Canlar'ı yakıldığı için canları yananların hiçbirinin yangınına su serpmedi adalet.
Yıllarca sürdü davalar...
Ve hiçbiri hakettiği cezayı almadı.
Firar edenler oldu...
Aramadılar bile.
Sonrası...
Zaman aşımı.
Dönemin Adalet Bakanı avukatlığını üstlendi yaratıkların.
Diğer avukatlardan AKP'ye katılanlar ve üst yönetim görevlerinde bulunanlar oldu.
Sözün özü;
O, 'bizden değilse, vurun kellesini' zihniyeti bugün de geçerli ve hatta iktidarda.
Her gün kin ve nefret tohumları ekmeye devam ediyor.
Ama bu kez başaramayacaklar.
Çünkü;
O insanlık suçunun işlendiği '90'lı yıllarda doğan gençler, gümbür gümbür geldiler...
Sevgi ve insanlık tohumları ekmeye.