Bazı filmler vardır, bazı kitaplar, onlara gözünüz değdiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Bu akşam Taksim’deki olaylar devam ederken İstiklal’de Andrey Tarkovski’nin Stalker/İz Sürücü adlı filmi ansızın düştü yüreğime. Filmi anlatmayacağım. Zaten anlatılacak gibi de değil, ancak seyredilir, seyrederken içine girilir, dışına düşülür, yürek akıl beraber çalışır, boşluklar belirir, renkler, lekeler falan derken, içinize yollar çizilir. Neden Tophane’den aşağıya inerken buldu beni İz Sürücü, yakalayıp nereye gönderdi? Nasıl oldu da bir yandan yürürken ve yönümü bulmaya çalışırken gözümün önünde beliriverdi?

Filmde, girilmez bölgeyi çok iyi bilen İz Sürücü, oraya gitmek isteyenlere kılavuzluk eder. Girilmez Bölge yani “Zone”, öyle çok matah bir şey sanıyorsanız değildir ama şu kadarını söyleyeyim yakında hasret kalacağımız tek yer o girilmez bölgedir. O, insanın olmazsa olmazı bir yerdir. Ama İz Sürücü karısını, örneğin, cesaret edemez o izinsiz bölgeye götürmeye. Neden mi? Ya karısı da “onlar” gibi çıkarsa diye korkar. Ve o girilmez bölge, insanın da öyle pek girmesek iyi olacağı bölgelerinden biridir bana kalırsa, bu yüzden yüzeyde, su üstünde kalıp ilişki kurmak daha kolaydır çoğu insan için. Derinleşilirse ve rengimiz belli olursa yakınlarımızdan uzaklaşmak zorunda kalabiliriz.

Bugün Taksim’de polislerin yanından geçerken suratlarında sanki bilgisayar oyunu oynar bir çocuğun o tuhaf gülüşünü gördüm. İçlerinden biri elindeki silahı ara sokağa tutarken yanındakiyle konuştu ama gördüğüm gerçekdışıydı sanki, daha doğrusu o polis ne yapmaktaydı sanki farkında değildi. Yıllar önce bir yaz sıcağında karşılaştığım yirmili yaşlardaki bir genç erkek de aynı gülüşü taşıyordu suratında. Bana asker olduğunu ve Irak’ta görevli olduğunu söylemişti. Bir anda kalakalmıştım, peki diye sormuştum, nasıl tahammül ediyorsun bu savaşa? Bana verdiği cevap tüyler ürperticiydi. Bir şey yok ki bilgisayar oyunu gibi bir şey işte demişti. Bilgisayar oyunu gibi bir şey demek savaş dünya üzerinde en az bir insan için. İşte karşımda savaştan (işinden) izin alıp Türkiye’ye güneye tatile gelen bir genç adam vardı. İnsan öldürmeyi bir bilgisayar oyununa benzeten ve büyük ihtimalle kendisini bir kahraman olarak gören bir genç asker. Suriye’de şu anda ekmeğin düş olduğunu, kedi ve köpek yemeye zorlanan insanları düşününce, hatta çok uzağa gitmeye gerek yok, İstanbul’da sokaklarda dilenmek zorunda kalan Suriyelileri görünce bir kâbusun içinde olduğumuzu daha güçlü idrak ediyorum. İnternetin sansürlenmesine karşı yapılan bu akşamki gösteri sırasında da o gördüğüm tuhaf gülüş, bir oyun oynarmışçasına silahlanmış bir grup insanın, filmlerden aşina olduğumuz, hani insan beyninin bir bilgisayar oyunu içinde hareket etmesini çağrıştırıyordu. Yani demem o ki, sanki göstericiler bir avuç düşmanmış da, yürüyüş yapmaları bir düğmeyle önlenebilirmiş de, yerine, oyuna hevesli birilerini ortaya sürelim tadında bir bilgisayar programı yazılmış. Üstüne üstlük adil de değil hani, birilerine gerçek silah kullanma hakkı tanınmış, sormazlar mı bu programcıya, ya iyi de biraz komik olmuyor mu, karşıdakilerin hepsi sivil, öyle gaz falan sıkmıyorlar, ses bombaları da yok, nasıl oyun bu böyle demezler mi? Elbette safça kalıyor bu tarz sorular, yorumlar ama o genç askerin Irak Savaşı için bir bilgisayar oyunu gibi benzetme yapıyor oluşu da bu simülasyon-gerçek ikileminin bir yüzü. Ne tuhaftır ki internetin sansürlenmesini isteyenler herhalde akşam çocuklarına ya bir oyuncak silah hediye ediyorlardır ya da bu tarz bilgisayar oyunları oynuyor olmalarına ses çıkarmadıkları gibi o oyunların farkında bile değillerdir. Hatta hadi falanca oyunu sansürleyelim desek, buna karşı bile çıkabilirler, alt tarafı oyun diye. Müdahale istiyoruz diye AKM’nin önünde kurulmuş karargahtan gülerek çıkan polisi de unutamıyorum. Öyle zırhlanmışlar ki sırf o zırh bile herhalde insanda bir müdahale isteği uyandırıyor. Kostüm önemli tabii ama bildiğin halk otobüsüne binip girilmez bölgeye giriyorlar, sonra da kendi vatandaşına, ah özür dilerim, halkına (yine özür dilerim hâlkına) zırhlarıyla hava atacak, gaz sıkacak, ses bombası atacak. Neden kimse bize bu olaylar sırasında istifa eden polislerden, intihar eden polislerden hiç söz etmiyor?

Küçükken Süpermen’i taklit eden bir arkadaşım vardı. Sırtına bir pelerin geçirip dolabın üstünden aşağıya atlardı. Ben de onu seyreder kendini süpermen sanıyor diye gülerdim. O da her seferinde gülmemi bir onay sanıp daha büyük şevkle dolabın tepesine tırmanır, yine aşağıya atlardı. Kimsenin Süpermen’i sansürlediğini sanmıyorum. Hatta Belki Çin’de sansürlenmiştir, bilemiyorum. Ama şu bir gerçek ki bir ara Nazilerin Überman’ı (üstün insan) ile Süpermen’in aynı kibirde buluştuğunu bir yerlerde okuduğumda şaşırmamıştım. Ne de olsa o, biz sıradan insanlardan üstündü!

Tarkovski, yaşamı filmle de yaşatabilen nadir yönetmenlerden olduğu için seviyorum onu. Öyle havalara girmeyecek kadar kocaman bir göze sahip olduğu için, görebildiği ve anlamaya çalışırken anlattığı için. İz Sürücü, sana ihtiyacımız var! Süpermenlerin çağı geçsin artık!

NOT: O arkadaşım olan süpermen de büyüyüp evlendi, çoluk çocuğa karıştı.