Tuttum Aynayı Yüzüme, “Gezi” Göründü Gözüme

Siyaset meydanında galebeden çıkan o


            Siyaset kendi olmuş girmiş meydan içinde

 

Tartmış kudret kılıcın çalmış nefsin boynuna

Nefsini tepelemiş elleri kan içinde

 

Sayrı olmuş iniler Kur'an ününü dinler

Kur'an okuyan kendi kendi Kur'an içinde

    

  ( Yunus Emre, Bu Ne Acayip Uğru )

 

27 Mayıs tarihinde İstanbul Belediyesinin taşeron sistemiyle Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında ( Sözüm ona ) Gezi Parkı ve çevresine birçok hesaplar birleşiğinde dönüştürerek yıkmaya başladı. Ağaçlar yerinden söküldü. Taksim Dayanışma Platformu üyeleri de buna karşın Gezi Parkı’nda çadır kurarak eyleme başladı. En azından Gezi Parkı eylemliliği için başlangıç yapılacaksa genelde anlatım bu şekilde betimleniyor.

 

Gezi Parkı eylemliliğini direnişe ve direnmeye çeviren farklı toplulukların, toplum katmanlarının ve bireylerinin alana dökülmesini sağlayan, her türlü coğrafi, çevresel alana sığmayarak genişleyen pratiği yukarıda ki anlatım açıklamayacaktır.

Gezi, Parkı eylemliliğini toplumsallaştıran dinamik neydi? Buna benzer doğa ve çevresel eylemler farklı topluluklar ve demokratik kitle örgütleri tarafından seslendirilmesine rağmen Gezi’nin itici gücü neydi?

 

Bilindiği gibi Dersim’de yapılması planlanan ve bazıları yapılan barajlar ve bunun neticesinde HES’lere karşı ortaya konan eylemler. Ki özellikle Alevilerin kendileri için kutsal saydıkları tepeler, dağlar, su’lar, çayırlar, kayalar, ziyaretgâhlar bu anlamda üst yapı üzerinde yerle bir edilecektir. Bilindiği üzere zamanında İstanbul’da yollar yapılırken Bektaşi mezarlarının asfaltın altında yerle bir edildikleri halen unutulmuş değildir. Bunun yanında Antalya- Elmalı’daki Tekke Köyünde bulunan Abdal Musa türbesinin yakınında taş ocağının kurulmak istenmesi aynı zihniyeti üreten başka bir örnektir. Başka örnekler vermek gerekirse Karadeniz’de yine HES Projesi kapsamında Karadeniz Bölgesinin hem kültürel hem de çevresel olarak tehdit edilmesi erozyona uğratılması ve durum karşısında yapılan eylemler.

 

Dikkatinizi çekmiştir doğayla, yaşamla kültürle ve farklılıklarıyla alan açmak isteyen geniş bir topluluğun - toplulukların haykırışı aleni olarak ortada durmaktadır. Gezi’ye giden sürecin belki de bir tarafı olarak iradenin oluşmasında katkısı olmuştur.

 

Gezi Parkı Dayanışma Platformu’nun, bir grup olarak başlayan ardından platforma dönüşen ve her geçen gün büyüyen yapısıyla demokratik kitle örgütlerinden tutun, sivil toplum temsilcilerine, doğa ve çevresel kurumlara, kadın ve heteroseksüel örgütlerine, siyasi partilere, bireylerden, topluluklara kadar her tür kesim ve anlayıştan oluşan toplumsal harekete dönüşmesini sağlamıştır.

 

Bu toplumsal hareketin içinde sosyolojiyle açıklanamayacak şehir – kent eylemleri, psikolojiyle anlatılamayacak bireysel, toplumsal refleksler yaşanmıştır. Siyasal taleplerin her tür dışa vurumu su üstüne çıkmıştır. Modern ideolojilerin baskın olmak istemesi ve özellikle genç kitlenin siyasal tecrübesinin olmaması her türden siyasi partilerin görünürlüğünü etkin olarak kısıtlamıştır. Buna rağmen bireysel veya aidiyet olarak kanımsanan kimliklerin alandan uzak kalmaması ve eylem pratikliğinde bolca seslenmesi, yaşanılan diyaloglarda birbirini anlamakta zorlanan bireylerin, toplulukları ve halkların yakınlaşmasını sağlamıştır. Bununla beraber zorda olsa dinlemek ve hak taleplerinin istemi karşısında bakışların değişmesine, yaklaşımlarının da dönüşmesine başat oluşturmuştur.

 

Bununla beraber farklı kesimlerin, toplulukların devleti yekpare ve ideolojilerine kesinlikle ilişmeyeceğini düşünen bireyler, insanlar devletin alanlarda ki şiddeti araç olarak kullanmakta ki aymazlığını, acımasızlığını görünce bu tabuları da dönüşmeye başlamıştır.

 

 Bu beraberlik deneyiminde farklı algılamaların oluşmasını da sağlamıştır. Devletin kendi şiddetini meşrulaştırmak için her türlü ortak değerleri kullanmakta ki pervasızlığı özellikle farklı toplulukların dilsel derinliklerinin genişliği ortaya dökmüş ve bu anlamıyla toplumsal işlev görmüştür.  

 

Bu Toplumsal Hareket’le beraber bireyden topluma herkesin vücuduna unutulan bir onur duruşu olan direnmek ve direniş girmiştir. Bu direnmek ve direniş devlet tarafından çapulculukla yaftalanmıştır. Bu çapulculuğun zamanında Eşkiya, Terörist, Komünist, Kürt, Ermeni, Rum, Alevi, Ezidi olarak kullanıldığının anımsamalarını sağlamıştır. Devletin erk anlayışını demokratik alana çekme gayretlerini ve hak arama taleplerini tehdit olarak algılamada ki ulus devletçiliği beraberinde her zaman düşman üretmede ki maharetini ortaya çıkarmıştır.   

 

Kendi yaşam alanlarının daraldığını ve beraberinde de her türlü davranış, alışkanlıklarının “günah veya dinimize göre” olarak manipüle edildiği bir muktedir hasetliğin karşısına dikilen genç bedenler refleksleriyle alanlarını koruma anlamında olmazsa olmaz olarak gördükleri devlete ( ilaha ) sözlerini barışın ve sivil itaatsizliğin duruşuyla cevap vermeleri “tüketici” olarak gördükleri neslin en büyük tokatıydı.

 

Bir ayı geçkindir aralıksız olarak süren direncin, eylemliliğin bize gösterdiği Alevi geleneğinde anlamı geniş olan “ Her Yer Kerbela, Her Yer Aşura” sözüdür. Aleviler bunu    “ Her Yer Kerbela, Her Yer Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, Roboski, Reyhanlı” okuyarak şiddetin, katliamın ve yok etmenin her an her yerde yaşanabileceği ve devleti çözümlemede ki bilinç birikiminin sözsel anlatımıdır.

 

Gezi direnişinde “ Her Yer Taksim ( Gezi ), Her Yer Direniş”  sözüyle Türkiye’nin her yerinde pasif veya etkin olarak uygulanan toplumsal reflekslerin kendini şiddetle var eden devleti tepetaklak etmesidir. Bunun yanında da uyguladığı baskıcı ve totaliter sistemiyle kula çevirdiğini düşündüğü toplumda eşitlikçi, özgürlükçü ve çevreci diliyle iktidarın elinden metafor olarak kullandığı“mazlumluk” “güçlü lider” kisvesini toplum tarafından elinden alınmasıdır.

 

Özellikle de polis tarafından uygulanan sağlığa yararlı ve bol vitaminli organik gazdan bahsetmeyi bile abeste iştigal olarak görüyoruz. Çünkü biz bu gazlara eski gaz bakanı tarafından alışmıştık. Artık o kadar da gaza gelmiyoruz. Orantılı şiddetin ne kadar orantılı ve ikna edici olduğunu katılanlar değil, devletin ve onun kolluk kuvveti olan organ görmüştür. Halkın polisi olur mu bilmem ama adının polis olarak kullanılmaması gerekir. Polis’in metodolojik serüveni site, şehir olarak adlandırılırken halk için kullanılan terim daha sonra ki dönüşümlerinde devleti vurgulayan ve devletin şiddetli gücü olarak halkı can korkusuyla baskılayan devlet aygıtına dönüşmesiyle halktan uzaklaşmasıdır. Bunun konuşulması muaassır medeniyetlerin havuzlarına su dökmekten öteye hizmet etmeyecektir.

 

Devlet şaşkınlıkla bu direniş ortasında kalınca saldıracak alanlar aramaya başladı. Kendi tabanına dönük olarak “iradeye saygı” olarak adlandırdığı fakat her türlü saygısızlığının kendisinin yaptığı “cami, başörtü ve dinsel sömürü” üzerinden kendi tabanına gözlerinin içine bakarak, yalan söyleyerek değerlerinin üzerinden silindir gibi geçerek erk adına nasılda içinin boşaltığının resmini çirkinleşen söylemleriyle pervasızca göstermesi olmuştur. Araç olarak kullandığı her şey kendisini zor durumda bırakmıştır. Bu yalanlar durumunu kurtaramamıştır.  

 

Bu sefer bu direncin halkalarını dağıtmaya çalışmıştır. 3. Köprünün ismi kalacak fakat bundan sonra ki yapılar da veya çalışmalarda Alevilerin istediği bir ismi koyacağını söyleyerek planını yürürlüğe koymaya başlamıştır. Bu tutmamış bu sefer de 2. Alevi açılımıyla Alevilerin cemevi statüsünü yerel belediyeler üzerinden çözmek gibi bir gaflette bulunmuştur. Bunu Alevi çalıştayının sonuç bölümünde daha önceden söylemiştir. Alevi örgütlerinin organize ettikleri Alevi Kurultaylarıyla devlete ve devlet aygıtlarına gereken cevapları vermiştir.

 

Devletin bu 2. Alevi Açılımıyla kültür merkezi olarak adlandırmanın nereye tekabül ettiğini ibadethanenin birliği olarak yine caminin işaret edildiğini yediden yetmişe bütün Aleviler su gibi bilmektedir. Alevilerin hafızası balık hafızası değildir ki unutsunlar. Ardından dedelere maaş bağlamak, dedelerin bir üniversite de belge almasını sağlamak ( siz buna benim kabul edebileceğim nitelikte ve kıstasta zamanın Osmanlı seçeresi günümüzün de modernist kulluk belgesi diyebilirsiniz). Alevilerin yine inkâr ve yok sayıldıkları yezit oyunlarından, devlet hilelerinden başkası olmayan çay kaşığıyla vererek toplumsal olarak kolektif bir şekilde verilen mücadelenin içini boşaltmaya dönük parçalama operasyonundan başka bir tezgâh değildir. Devlet – ler nasıl yazıyla malul ise, Aleviler de yaşadıkları tecrübelerinin bilinç birikimiyle yoğurdukları an-ı daim – lerinin hafızalarıyla yaşamaktadırlar. Bu oyunun yeni bir Mervan ve Muaviye oyunu olduğunu bilmektedirler. Kendi taleplerinin oluşan kolektif içinde toplumsallaştırarak bir bütün olarak kazanılacağının farkındırlar.

 

Aleviler ve Alevi örgütleri bu bilinçle Sivas Katliamının 20. Yılında yine Alevi yarenleriyle, yoldaşlarıyla, demokratik kitle örgütleriyle ve en önemlisi davaya sıdk-ı sadakatle bağlı canlarıyla hareket etmekte, yürümekte ve seslerini şiarlaştırmaktadır.

 

Gezi direnişi ister eylemsel pratikler olsun, ister sivil itaatsizlikler şeklinde olsun, isterse forumlar ve söyleşiler şeklinde olsun bütünsel olarak farklılıkların kabul edildiği havuza dökülmektedir ve dökülecektir.

 

Hangi yöne dönsek ve baksak “ Tutum Aynayı Yüzüme, Gezi Göründü Gözüme” diyerek toplumsallaşmanın ve demokratikleşmenin halk – larla beraber bütün olarak yerleşerek tohumlanarak filizleneceğini bilmektedir.

 

Aşk-ı Muhabbetle