Trajedimizi vicdanımız örüyor
Av. Uğur Esat Keşküş
“Eğer bir şey yapacaksanız, İbrâhim’i ateşe atıp yakın, böylece ilâhlarınızın imdâdına yetişin!”(1)
Tahminlere göre yaklaşık 4000 yıl önce, Nemrut, etrafında toplanan putperestlere böyle sesleniyordu.
İbrahimlerin putları kırması yeni bir şey olmadığı gibi daha önce ateşe atılmak istenen, cenazeleri engellenen ölüler karşısındaki muktedirleri de tarih bize anlatmıştı aslında.
İbrahim Peygamber, dönemin kralının egemenliğini dayandırdığı ve onlardan güç aldığı putları bir bayram gecesi elinde balta ile tek tek kırmıştı. Bunun üzerine İbrahim’i cezalandırmak isteyen Nemrut, hüküm vermek için iki kişinin tanıklığına da başvurarak görüntüde demokrasisinden de ödün vermedi. Gücüne gölge düşmesini istemeyen Nemrut, İbrahim’i hapse atmışsa da istediğini elde edememişti. Çünkü bu duruma Nemrut’un tersine merhamet ve öfke ile yaklaşan halk, yoğun bir şekilde O’nu ziyaret ediyordu. İbrahim Peygamber de gelenleri İslam’a davet edip halkı etkilemişti. Nemrut putperestleri memnun etmek ve onların üzerinde yitirdiği gücü yeniden elde etmek için yukarıdaki ayette geçen emri verir. Bu bilindik hikayenin devamı herkesin malumu ancak bu kadarlık kısmı bile bizlere günümüzden bir şeyler anımsatıyor değil mi?
İbrahim Gökçek, Helin Bölek ve Mustafa Koçak, egemenlerin bize adaletsizliği sunduğu sofraları dağıttılar, mevsimler boyu yemeyi kabul etmediler. Onurun ölümden üstün olduğunu yaşamlarıyla bize gösterdiler.
Muktedirler tüm güç gösterilerine rağmen, gücünü elinden aldığını düşündüğü muhalifinin ölüsünden bile hesap sormaya kalkışacak kadar çaresiz aslında. Herkes düşündüğü gibi yaşadığından onun ahlakı da bunu gerektirmektedir. Doğru ama öfke duymaktan, unutmamaktan, hesap sormak için herkesin en azından kendi bildiği yolda bir araya gelmesinden imtina ettiğimiz için muktedirin bu denli güçlü görüldüğünü kabul etmemize de kimse itiraz edemeyecektir elbet. Mesele, olan bu yozluğu ve ahlaksızlığı nasıl tarihe gömecek olduğumuzdur. Bu elbet uzun bir tartışmanın ve yazının konusu olacağından şimdilik bunu burada ön kabulle bırakıp başka bir şeyden bahsetmek istiyoruz aslında.
Cenaze merasimi engellenmek istenen veya cenazesine sahip çıkanları cezalandırmayla tehdit edilseler de istedikleri gibi gömülen, velev ki gömülemeyen ama bugüne kadar zinhar unutulmayan birçok ölü var mezarlıklarda. Antik Çağda Kreon’un vatan haini gördüğü yeğeninin ya da Avrupa’da kilisenin ahlakını beğenmediği sanatçıların ölümleri göstermiştir ki düşmanlıklarının onlara özgülenecek, bu ya da şu döneme ait kılınacak bir yanı yok. Yeter ki kötülük etmek isteyenin gücü iflasına vurmuş, ruhu sefil ve korkudan titreyecek halde olsun. Bu canavarın merhametine bel bağlanacak bir güvence ne yazık ki keşfedilmedi. Ölenin yakınlarının canavarın sadece öfke ve düşmanlığı ile baş başa kaldığı belki bir an düşünülecekse de geridekiler gün yüzüne çıkan hakikatin nasıl örtbas edilmeye çalışıldığını bilmelidir. Putları yeniden inşa edecek niyetimiz yok ise sınırlarımızı belirginleştirmenin vakti gelmiş demektir.
Thebia Kralı Kreon’un ahlaksızlığını dışavuran çağrısı bugün Kayseri’de, Gazi Mahallesinde ve kalbi buralarda atanların kulaklarında binlerce yıl sonra yeniden yankılanmıştır. Sofokles’in ilk kez oynandığı tarihin üzerinden 2460 yıl geçen trajedisi Antigone’da, kralın vatan haini ilan ettiği Polyneikes’i gömmeye ve O’na, ölülere uygun bir merasim yaparak saygı göstermeye kalkışacak olanların ölümle cezalandırılacağına karar verilir. Şimdiki bürokratlara göre daha açık sözlü olan Kreon “düşmanımız bizim için hiçbir zaman, hatta ölümünden sonra bile, dost değildir.”(2) diyerek korkusunu açık eder. Tabi verdiği emrin ne kadar keyfi olduğunu bildiğinden Polyneikes’in cesedinin başına nöbetçiler koyar. Bugün ölenin yakınlarını gaza boğmaya gelenler de öleni yakmak için nöbet tutacağız diyenler de çağrısını bir bakıma geçmişten alıyor. Hikayenin devamında kardeşinin ölümüne sahip çıkmak isteyen Thebia Kraliçesi Antigone da “Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi/ bu uğurda ölsem de ne gam!/ Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi,/ suçsa kutsal bir suç benimki./ Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi?”(3) der ve ölümü göze alarak kardeşini toprağa verir.
Halk ağzında yalnızca umutsuzluğu ve kötü sonları çağrıştıran trajedi, Antigone’da olduğu gibi aslında yan yana duramayacak iki değerin çatışması üzerine şekillenen anlatılardır. Gerçeklikten koparılarak doğaüstü kötülükleri barındırmaktan ibaret olduğu hiç de söylenemez. Bu iki değer arasındaki duraklamada hikayenin altı örülür ve kahraman bir karar vermek zorunda kalır. Belki asıl trajedi bu ikilemde kalmaya söylenmiştir ancak durumun sürdürebilirliği mümkün olmadığından çatışma son bulur ve bir değer diğerini yok eder. Nitekim bu üstünlük ve yok ediş kaçınılmaz olandır.
Bizim trajedimizi de her gün vicdanımız örüyor. Yola çıkanlar, yolda kalanlar, yok olanlar ve bir de ölümsüzleşenler… Vicdanın ördüğü yolu belirleyen kaçınılmazdır ki ahlakımız olacak. Bu çatışmada kendine konforlu bir gri nokta arayanlara ise, bir gün İbrahim’e su taşıyan karınca olabilme nasibi düşerse en azından “Hiç olmazsa safımız belli olsun” diyebilsinler.
Bunun için ilk adım bir imza ile de başlayabilir. Yaşatmanın hepimizin sorumluluğu olduğunun altını çizerek, demokratik bir devletin özü ve gereği olan adil yargılanma hakkının tüm yurttaşlar için güvence altına alınması ve ÇHD'li avukatların adil yargılanabilecekleri koşulların sağlanması konusunda Yargıtay ve Adalet Bakanlığı başta olmak üzere tüm yetkilileri derhal göreve çağırmak için başlatılan imza kampanyasını desteklemeye çağırıyoruz.
Metni imzalamak için ad-soyad-meslek ve şehir bilgilerinizi:
savunmayaozgurluk@gmail.com
adresine gönderebilirsiniz. Ya da;
https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSfY_zmdynIjdh45iXF1A3eUcHw58DEeOUgDLMjuhb6pr8y-mg/viewform linkine tıklayarak da bu kampanyaya imzanızla katılabilirsiniz.
- (Enbiyâ (21)/68)
- Antigone, Sofokles, Çevir. Sabahattin Ali, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993, Sf:16
- Sofokles, 2005, s. 71, 70-75