Bunun nedeni, tarihin sınıf mücadelesinin bir aracı olmasıdır. Politikacılar ne ise tarihçiler onların incelmiş halidir. Politikacılar nasıl temsil ettikleri sınıfın çıkarlarını savunuyorlarsa her tarihçinin de temsil ettiği ve savunduğu bir sınıf vardır.
Bazı tarihçilerin yalanları, politikacılarınki gibi göze batacak kadar açıktır. Bunu yapmaktan çekinmezler, çünkü yazdıklarına inanmaya hazır bir kitle vardır. Bazıları biraz daha usturuplu anlatır. Tarafsızmış gibi görünür ama yazdıklarının yaldızları kazınınca altından çıplak sınıf gerçeği kendini gösterir. Tarihçi bunun ödülünü çıkarlarını savunduğu sınıf tarafından övülerek, “Büyük tarihçi” ilan edilerek, itibar görerek alır.
Osmanlı döneminde tarihçilere “vakanüvis” derlerdi. Onlar Padişah ve saray merkezli olarak yaşadıkları dönemde ne olmuş, nasıl olmuş yazarlardı. Bunun için görevlendirilirlerdi. Şeyh Bedrettin’den söz etmek zorunda kalırlarsa onu kötüleme yoluna giderlerdi. Sonra burjuva sınıfımız ortaya çıkınca tarihçiliğimiz de çeşitlendi. Feodal ve burjuva tarihçileri olarak birbirleriyle çatıştılar ve yarıştılar. Tarih kitaplarını yazma görevini birbirlerinden devraldılar. Yeni kuşaklar, onların yazdıklarıyla yetişmeli, onların mensup olduğu sınıfın değerlerine inanmalıydılar.
Fakat bir dakika! Bir ülkede burjuva olur da onun zıddı olan işçi sınıfı olmaz mı? Ve onun tarihçileri de ortaya çıkmaz mı? Yalan söylemeyecek olanlar işte bunlardır. Neden feodal ve burjuva tarihçileri gibi yalan söylemezler? Çünkü insanlık tarihinin hiç yalan karışmamış en büyük ve temel gerçeği, geniş halk yığınlarının küçük bir sınıf tarafından ezilmekte ve sömürülmekte olduğudur. Tarihte emekçilerin başına gelenleri, onların kurtuluş mücadelelerini dile getiren bir tarihçinin yalan söylemeye ihtiyacı yoktur. Böyle bir tarihçi emekçi sınıflarından geliyorsa kendi sınıfının ideolojisi doğrultusunda hareket etmiş olur. Fakat burjuvaziden geliyorsa vicdan sahibi demektir. Aydınlar, hangi sınıfa hizmet ediyorlarsa o sınıftan sayılırlar.
Bir tarihçiyi yalancı yapan şey, egemen sınıfa yaranma, onlar tarafından kabul edilme güdüsüdür. “Millî tarih” dedikleri şey, gerçekte burjuvazinin çıkarlarını kollayan tarihtir. Böyle bir tarihçiler heyeti, konferans salonlarındaki kürsülere kurulurlar ya da televizyon ekranlarına dizilirler. Birbirleriyle kıyasıya tartışsalar da emekçi sınıfların tarihini göz ardı etmek, hatta kötülemekte anlaşırlar. Tarihte işlerine gelen olguları öne çıkarırlar, içlerine gelmeyen gerçeklerin üstünü örterler.
Her tarihçi doğal olarak bir millete mensuptur. Her kimyacı da öyledir. Ancak bir kimyacı, milletine göre kimya yapamayacağı gibi, tarihçi de milletine göre tarih yapmaz. O, yazdığı tarihte milletini, dinini, felsefesini haklı çıkarmaya uğraşmaz. Gerçek bir tarihçi, dünyanın neresinde olursa olsun, gerçekleri dile getirmekten çekinmez. Hiçbir kişiyi veya milleti kayırmaz. Hiçbir kişiye, millete, dine veya mezhebe düşmanlık da gütmez. O gerçeğe bağlıdır ve gerçek devrimcidir.
İyi bir tarihçi, olgulara bakarak, belgeleri, kanıtları irdeleyerek yorumda bulunur. Arşivden işine gelen belgeleri cımbızla çıkarıp alma yerine, bunların tümünü değerlendirir. Karşı tarafı da dinler.
Başka milletlerin tarihçilerine “Arşivlerimizi açtık, gelin bakın” demek, “Geride bıraktığımız belgelere bakın” demektir ve buna kimse inanmaz. “Tarihçilerden ortak bir komisyon kuralım, onlar araştırsın” demek ise “Senin adamlarınla benimkiler bir araya gelsin, her ikimizin menfaati de korunsun” demektir. Emekçi halkların böyle atraksiyonlara, pazarlıklara ihtiyacı yoktur. Halkın tarihçisi, gerçek olduğu ayyuka çıkmış olaylar hakkında mahzenlerde belge aramaktan çok, kendisinin ve başka halkların çektikleri acıları, döktükleri gözyaşlarını daha çok hesaba katar.
Vicdanlı bir tarihçi, sınıf, din milliyet ayrımı gözetmeksizin bütün insanlığın geçmişte çektiği acıları anlar. Kendini onlarla özdeşleştirir. Böyle bir tutum takınan tarihçi, gerçekte mensup olduğu millete büyük bir hizmette bulunmuş olur. Çünkü uygarlık yolunda ilerleme, adil bir düzen kurma çabasında olan halkın geçmişte olan bitenle ilgili olarak gerçeği bilmeye şiddetle ihtiyacı vardır.
Yalan üzerine bina edilen tarih, aradan yüz yıl da geçse, yerle bir olur. Gerçek, kayalarda en küçük bir çatlak bulur bulmaz yeşerip başını uzatan tohumlar gibidir.