Şiddetin anatomisi: 5 fasılda tükenmek

  (KaST) bu sezon sahnelediği 5 Fasılda Tükenmek adlı oyunun sonunda sahneye “Teşekkürler” diye haykırmak geldi içimden. Yapamadım, içimde kaldı. Bu yazı bu yüzden onlara bir teşekkür yazısıdır her şeyden önce.

Sondan başlayalım bir daha. Geriye saralım biraz insanlığın ya da insafsızlığın tarihini. Bir gaz bulutu vardı, sonra hayat başlamıştı, canları da alarak beraberinde. Özgürlük arzusu, tekil korkuları yenmişti, o gün özgürdük artık, özgürleşmiştik. Ve bunun farkındaydık işin kötüsü. Bunun farkındaydı birileri işin kötüsü.

“11 Eylül nasıl kokuyordu?” 11 Eylül nasıl kokuyordu gerçekten? Sondan başlayalım demiştim, kuralı bozmadan hatırlıyorum. 11 Eylül 2001’de New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırılar gerçekleşti. 1973’te inşa edildiğinde Manhattan’ın çehresini değiştirdiği söylenen o ünlü ikiz kuleler yıkıldı.

Peki 11 Eylül “1973” nasıl kokuyordu? 11 Eylül 1973’te Şili’de General Augusto Pinochet CIA’den yoğun destek görerek darbe yaptı ve diktatörlüğünü ilan etti. Başkan Salvadore Allende askerlere teslim olmadı; intihar etti. Ve toplama kampına çevrilen stadyumlarda insanlar işkence gördü, öldürüldüler. Yoksa gözaltında kaybedildiler mi demeli?

Şili ve Türkiye arasında bulunabilecek 5 benzerliği bir yana bırakırsam, oyunda İ(n)sa(n)’nın yeniden dünyaya geldiğini, dirilişini mi demeliyim, gözlerimle gördüm. Bunu iki nedenden ötürü söylüyorum. Bir kere oyuncular öyle hûlyalı hûlyalı seyircilerden uzaklara dalıp dalıp gitmiyor, öyle havalı havalı misafir sanatçı gibi oynamıyorlardı. Seyirciyle ilişkileri doğrudan ve yalansızdı. Bir de elbette tanrı babanın (yani kadın olduğunu bir türlü göremedik ya o ayrı mesele, pardon tanrıça deniyordu ona öyle ya) insanın kaburgasından yaratılma meselesi var. Pek çoklarının görmek isteyeceği tanrı herhalde şöyle heybetli bir varlık olsa gerektir. Bizim oyunda seyrettiğimiz tanrı ne kadar mütevazı, ne kadar mahçup olmuş bir tanrı oysa. İnsanlardan utanan, ortaçağ düşüncesini (“Ortaçağ diyorsunuz, değil mi siz ona?”) alaşağı eden bir düşünce çünkü bu. Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nde oğluna uzanan tanrıyı yaratan insanın utancı aynı zamanda. Şiddete maruz kalan herkesin bildiği üzere bir anda o, dünyanın ayağınızın altından kayabilme ihtimaliyle yüzleşebilme cesaretinin getirdiği mahcubiyet. İnsan olunacaksa “onların” istediği türden bir insan olamamanın getirdiği mahcubiyet bu. “Ne kadar çok, o kadar çok” diyen o doyumsuz insan olamamanın getirdiği mahcubiyet.

Bir lüks saat (“En az 2000Euro, it oğlu it!”) zamanı satın alamıyor işte. Unutturamıyor bazı insanlara, oyunculara bu şiddet tarihini. Ve biz bunları oyuncularla tekrar tekrar hatırlarken evet biri sahnede şiddet görürken seyretmeye zorlanıyoruz. Zaten bugün bu dünyada bunca şiddetin ortasında kalmışken ya seyretmeye zorlanıyoruz ya da İtalyan Alfredo’nun yaptığı leziz yemek programlarına dalıyoruz. Ötesi elbette bir gün televizyoma bakarken, seyrederken diyemiyorum, gördüğüm teknoloji harikası: insanların evlerine zorla girip, pardon davet edilip, yaptıkları yemekleri zorla yemek, pardon tatmak, ve bunu bir televizyon programı formatına getirip müthiş keyif alıyormuş gibi görünmek. Teknolojiyi geliştiren insanın o milyonlarca yılda evrimleşmiş görme duyusu nasıl olur da görmezden gelmeyi bu kadar iyi becerebilir? Sahnede bir yandan fiyakalı teknoloji harikalarıyla insanın geldiği nokta, öte yandan aynı anda gözümüzü kaçırmak isteyeceğimiz işkence sahnesi, adını siz koyun, Şili, Diyarbakır Cezaevi, İrlanda.

Ve evet yazımın başına geldim sonunda. Gülmeden duramadığım çağın şu harika gazı:  “Para bütün iyiliklerin anasıdır”. Bir insan sesine muhtaç kalabiliriz bir gün, bunu unutmamalı. Sözünü ettiğim insan sesi, iyi bir insanın sesi, şiddete bulaşmayı, ona ortak olmayı reddeden insanın; sırf bu yüzden KaST’ın sahnelediği 5 FasıldaTükenmek oyununu seyretmeli. Bu dünyada alışık olduğumuz seslerden daha sahici.

5 FASILDA TÜKENMEK

Yönetmenler: Gonca Yalçıner & Güneş Çağlar

Yazan: Güneş Çağlar

Oyuncular:

Cevher Güzey

Salih Usta

Güneş Çağlar

Serdar Bakioğlu

Müzik: Ceren Özkarataş

Kamera: Serdar Kurt

Işık: Kara İlker