Dinin merkezinde oluğu bir iktidar isteği ortadan kaldırılmadığı ya da toplumun ezici çoğunluğu tarafından mahkûm edilmediği sürece “benim dinim iyi, senin dinin kötü” yaklaşımı bitmez. Çünkü din ve dini kavramlar sonuç olarak yoruma açıktır ve her farklı yorum, diğer yorumu kendine göre mahkûm eder!
İslam coğrafyasının tamamında ama son olarak hem Mısır’da hem Türkiye’de yaşanan durum budur. “Gerçek İslam” ve “sahte İslam” kavramları üzerinde yapılacak hiçbir tartışmadan sonuç almak mümkün değildir. Genel olarak dini, özel olarak da İslamı devletin kurumsal yapısı dışına taşımadan, iktidar perspektifinden çıkarmadan İslam coğrafyasındaki altüst oluş, kargaşa ve çatışma asla bitmez. İslam dünyasında bu kadar çatışma varken de, bu durumu hiç kimse, bu Diyanet İşleri Başkanı da olsa “İslami fobi” ya da “dış güç” faktörüyle açıklayamaz.
Şiddeti öne çıkaran El Kaide, El Nusra gibi İslami güçlerin İslamı yorumlayışlarıyla, şiddeti reddeden Anti-Kapitalist Müslümanların İslamı yorumlayışları arasındaki fark, bugün olduğu gibi yarın da olacaktır. Her yorumun yeni bir yorumu da beraberinde getirdiği düşünülürse bu kaçınılmaz bir durumdur. Sorun bu kaçınılmaz durumu görerek birlikte yaşamayı başarabilmektir… Bunu başarmanın yolu, “benim dinim iyi senin dinin kötü” demekten geçmiyor. Bunu yaşayarak öğrendik. Bunu aşmanın yolu laiklik ya da seküler bir yapı oluşturmaktan geçiyor… Bu yolu tercih etmek yerine, sağcısıyla solcusuyla Ramazanı da gerekçe göstererek birbirimize karşılıklı olarak İslamın ne kadar büyük bir “huzur ve barış dini” olduğunu anlatmak, olsa olsa bir aylık süre için kendi kendimizi kandırmak olur!
Duygusal olarak tepki göstereceklerin sayısı çok fazla olsa da, “barış, huzur, paylaşım, adalet” gibi kavramları öne çıkaran İslamın aradan geçen 1400 yıl sonra bunu başaramadığı ortada. Hatta bırakın bunu başarmayı, yorum farklarından dolayı birçok ülkede ve bölgede de fiili olarak huzursuzluğun ve adaletsizliğin kaynağı durumuna gelmiş durumda…
* * *
Dün Ramazan ayı başladı. Ne olacak? Kargaşa ve adaletsizlik sona mı erecek? Şirin gözükme çabaları barış mı getirecek? Eşitsizliği mi yok edecek? Diyanet ve benzeri kurumlar kimin ve ne için çalışacak? “Onbir ayın sultanı” söylemi, inanmayanları veya oruç tutmayan milyonlarca Aleviyi nasıl bir baskı altına alacak? Özellikle kamu kurumlarında çalışan Alevi personel için “mahalle baskısı” zirve yapmayacak mı? Bu baskı günah sayılmayacak mı? Kimse bunu görmeyecek mi? “Ben oruç tutmuyorum benim kapımda davul çalma” talebi bu yıl da linç için gerekçe olacak mı?
Her fırsatta (eğer bir Alevi) “inancına ait bir mekânı, bir duayı, bir niyazı, bir erkânı, yerine getiremediği için kendisini ötekileşmiş, ikincil konuma düşmüş bir insan olarak görürse bundan her müminin vicdan azabı duyması gerekir” diyen ve gönüllerde “eşitlik ve adalet” çağrışımları yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, daha bu cümlesi bitmeden “ama cemevini caminin alternatifi, İslam’ın dışında farklı bir dinin mabedi gibi göstermek doğru değil” dediğinde her şey bir yana “vicdan azabı” lafı bile anlamını yitirmeyecek mi?
Kamu kaynakları kullanılarak yayın yapan Diyanet TV’ye ek olarak devreye sokulan “Diyanet Radyo” yayınlarında Sünnilik hep en önde olmayacak mı? Bu gerçek ortadayken Devlet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ifadesiyle “Diyanet bu ülkenin birliğinin, dirliğinin çimentosu” nasıl olacak? Ve arkasından da, bu “birliğin-dirliğin çimentosu” olduğu söylenen Diyanet İşleri Başkanlığı, ana binasının hemen yanına yaptırdığı camiye Alevilere ‘mülhid’ ‘dinsiz’ diyen Ahmet Hamdi Akseki’nin adını verecek! Ve bunu hiç kimse duymayacak, görmeyecek?
* * *
Yaşananlara rağmen, gerçeğin çok uzağında İslamı yüceltme çabası Ramazan ayı nedeniyle birçok kişi ve siyasal çevreyi iyiden iyiye sarmış gözüküyor. Anti Kapitalist Müslüman Hareketi’ni fazlasıyla abartan ve muhafazakâr, sağ eksenden uzakta olan, laiklik kavramını benimseyen bazı siyasi çevreler de bu abartının neredeyse merkezinde yer almaya çalışıyorlar. Dine, dini değerlere saygılı olmakla, inanmasa da “yalandan güzellemeler” yapmak sanki bilinçli olarak bir birine karıştırılıyor. Bin yıldır, İslami coğrafyada hiçbir bilimsel icadın yapılmadığını, savaşların ve ölümlerin zirve yaptığını bilenler bile bunu yapıyor. Böyle yapıldığı sürece, İslam asla kendisini yenileyemez, iktidar isteği perspektifinden, devlet dini olma amacından asla uzaklaşmaz. Dini değerlere saygı duymakla, onu abartmak ve ayrıcalıklı kılmak bizi eşitliğin ve özgürlüğün yanından daha fazla uzaklaştırır. Bilinmesinde yarar var…