Neyi Bilmemiz İstenmektedir

Nesimi'yem vay başıma

Kanlar karıştı yaşıma

Yağın gerekmez aşıma

Yeter zehirin katmasın

                               (Şifa İstemem Balından, Nesemi)

İdeoloji kelimesini duyduğumuzda bize çağrıştıran olgu ana merkez görüşün dışında kalanları ima etmesidir. Hatta biraz daha ileriye götürülerek “sen ideolojiksin” diyerek tamamen marnijal, radikal olarak yaftalanarak kişinin saf dışı edilmesidir.

Bu kelimenin nasıl öründüğü veya yaşama nasıl çevrildiği düşünülmez. Hatta esasında tamda ana merkezin dışında değilde tam merkezinde bulunarak kültürel kavramı içinde işlenerek gelişimin öznesi olarak kullanıldığını da hiç aklımıza getirmeyiz.

İşte bu noktadan itibaren kafamı sıkça meşgul eden bir hususu yazıya dökmeye çabalayacağım. Tam da ideolojik olarak okunan bu kavramın, bireyin, tarihin deneyimlenmesinin ışığında, çevrenin etkileşiminin kodlanmasında veya kültürün özgün veya özgül karakter eyleminde nasıl şekillendiği üzerinedir. En azından muradım bu olacaktır. Nefesimiz yeterse…

Bir Alevi dinsel yönsemeli aile, çocuklarını alevi geleneğine, öğretisine göre yetiştirirken, aynı zamanda çocuk, anne, babasından aldığı kavramları öğrenir bununla beraber çevreden aldığı kavramları da öğrenir. Çevrede burada tarafsız değildir. Çevreyi bilme öznesi olarak biçimlendiren deneyim ve inşa neyse; o dinsel yönsemelikleri de, dinsel yönsemeliklerden azade bir bilme öznesine haline çeviren deneyim ve inşa “bir” ve aynı “şey” olabilir mi? Özel tarihini yazdığı ve barındırdığı tarihi de şekillendirdiği aynı zamanda şekillendirdikçe bir kültürel öğe olarak, çevre ve birey üzerinden “şey” tarafından nasıl inşa edildiğini görmek mümkündür.

Ya da bunu bir kürt etnisiteli aile için düşünelim. Yine farklı Kürtlükler yaşanmaktayken bir bilme öznesine çevirelerek bir kültürel öğe olarak çevre ve birey üzerinden “şey” tarafından biçimlenen “BİR” başka “BİR” olarak mı kültürel yaşama  evrilmektedir.

Bu örnekleri Türklük ve Sünnilik içinde düşünebiliriz. Hatta şu anda kültürel bir öğe olarak “şey” tarafından nasıl örüntülendiğini, nasıl eskinin yeni çağrısıyla bir kültürel öğe olarak inşa edildiğini de görebiliriz. Tabii ki görmek istersek.  “ Ne dervişem, ne sofuyam ne canan - Ne kafirem, ne müminem ne iman - Ne zahidem, ne münkirem ne de nadan - Geçmişem küfr-ü imandan içeri, Genci”

Bu görmeyi, istemeyi artık tamamen bilmek istememizi, bilmek istememizi de çevreyle örmeyi aktarmayı, etkilemeyi ve “şey”in kendisini tekrardan kendisini dayatmasıyla anımsatmıyor olmamızdan kaynaklanmaktadır. Artık anımsıyor olmamız yetmiyor, yaşamamız, yaşamamızla aktarmamız, kelimelere dökmemiz ve “şey” adına bireyin ve çevrenin ağzından konuşmamız dayatılmakdır.

Şey bize bireyin özgür olduğunu ve bireyin şeyi biçimlendirdiğini söyler. O kadar söyler ki o birey ki, kimi seçeceğine, nasıl yaşacağına, nasıl düşüneceğine hiçbir sınır getirmeden karar vermektedir. Hem de elinde o “şey” in efendiliğini tutarak.

İşte 2023, 2053, 2071 bireye çağrıştırdığı  “şey”  eminim ki demokratik, seküler bir eşitsel toplumsal yapı değildir. Şey’in anımsattığı ve hatta anımsattığı değil, biçimlendirdiği kültürel yaşamın ideolojisini sunmasıdır. Ve bu ideolojisini her alanıyla, aile yapısıyla, ahlak anlayışıyla, “şey”in egemenlik anlayışıyla, bayramlarıyla ve gelecekte inşa edilecek yeni bayramlarla sürekli bilme öznesi olarak yaşatmasından, öğretmesinden kaynaklanmaktadır.

Ve ideolojiğin ne kadar ideolojik olduğunu ana merkezin dışında kalanları değil, “şey” in özel alanı nasıl biçimlendirdiğiyle birlikte kültürel öğe olarak onun üzerinden nasıl da inşa ettiğini tüm gerçekliğiyle gözümüzün için sokmasıdır.

Aleviler, Kürtler farklı dinsel ve etnisiteye sahip topluluklar kendilerinin özgürlüklerinin ve farklılıklarının yaşandığını ve koruduklarını ima etmektedirler. Fakat özgürlüklerin biçimlendirilmiş özgürlük alanı içinde geçerli ve dolaşıma sokulduğunu ya görmezden gelirler ya da görmek istemezler. Kültürel alana nasıl ideolojik bir kültürel anlam yüklendiğini son “şey” in modern devlet tarihi tüm gerçekliği gözler önüne sermektedir. Bunu son oniki yılını göz önünde tuttuğumuzda görmek pek mümkündür.

Ve topluma 2023 imgesini sunarken Osmanlı’nın dinlere ne kadar hoşgörülü olduğunu, farklı etnisiteli topluluklara yapısında nasıl da barındığını, dil olarak nasıl farklılarla yaşadığını gönderme yaparak nasıl bir kültürel özne istediklerini anımsatmakta. Anımsatması da yetmemekte ona uygun çevre ve toplumsal yapı inşa etmektedir. Hatta o çevrenin çevreleşmesi için çekirdek yapılar olan aileler şekillendirilmektedir. Burada üretilen dil sözde toplumun ve çevrenin deneyimlenmesiyle bilme öğesine çıkan bir kültürel öğe özne olacaktır. Bu öğe ebediyen var olarak kodlanacaktır.

Bir bilme öznesi olan öğrenmenin “şey”in tarihine, pratiğine, deneyimine ve biçimlendirilmesine terk edilmemelidir. Çevrenin her zaman ahlaklı, temiz ve doğru olduğunu düşünmek, o çevrenin bile modern zamanda ve modern kavramlarla şekillendirildiğinin unutulmasını anlamına geleceğidir. Aileler de bir bilme öznesi olarak kendi kimliklerini öğrettikleri zannettikleri andan itibaren esasında verili tarihin kaynaklarına hapsolunacağını bilerek, belirlenmiş verili bir kültürel öğede aktarıma karşıt alternatif dil yaşatmalıdır. Sözün, geleneklerin, etnisiteliklerin daha farklı bir ifade ile bu coğrafyada yaşayan her türlü toplumsal yapının, toplulukların sözlü aktarımlarının ve belleklerinin yaşatılmasıyla süreceğidir. “İptida nefsimden okuttu beni -  Lütfundan diriltti bu ölmüş teni - Merhamet eyledi ol gönlü gani - Özüm kande idi umman içinde, Noksani”

Nefesimiz buraya kadar yetti. İçinden bir şeyler çıkarmak yarenlere, sadıklara, yoldaşlara kaldı…

 

Aşk-ı Muhabbetle

Hüseyin Dede