Neden böyle oldu?
30 Mart 2014 yerel seçimleri, neresinden baksanız Türkiye'nin siyasi yapılanmasında durumun korunduğunu gösteriyor. Seçim kampanyaları, bu seçimi yerel yönetimler için olmaktan çıkarıp genel seçim havasına büründürdü. Merakla beklenen, AKP’nin bu seçimde ne kadar oy kaybedeceği idi. Haziran Direnişinin milyonlarca insanı günlerce sokağa döktüğünden beri henüz dokuz ay geçti. Hele 17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk belgelerinin iktidar için yarattığı sarsıntılar sürerken, AKP birkaç bakanını feda ederek depremi hafif sarsıntılarla atlatmayı başardı. 2011 Genel seçimlerine göre yaklaşık 5 puan oy kaybetti. Bu da olumlu bir gelişmedir. Oysa AKP, yurttaşlar tarafından iktidardan derhal uzaklaştırılması gereken bir partidir. Yeni Osmanlıcılık rüyalarına dayanan dış politikası iflas etmiştir. İktidarın Fethullahçılık cemaatıyla ve liberallerle arasına kara kediler girmiştir. Ülke, gitgide demokrasiden uzaklaşmakta ve tek bir kişinin diktatörlüğüne doğru gitmektedir. Eğitim politikası gericidir ve iflas da etmiştir. Basın baskı altındadır. Üstüne üstlük iktidarın ABD ve Avrupa dayanakları hemen hemen çökmüştür. Buna rağmen AKP, iktidardaki yerini korumuştur? Neden? Şimdi, bu konuda her kafadan bir ses çıkıyor, ipe sapa gelmez sözüm ona analizler yapılıyor, suçu muhalefete atanlardan geçilmiyor. Bu konuda gerçeğe dayalı değerlendirmeler yapılmazsa geleceğe de sağlam adımlarla yürünemez. 12 Haziran 2011 seçim sonuçlarını değerlendiren yazımda AKP’nin seçimleri, esas olarak uyguladığı ekonomik politikalar nedeniyle kazandığını belirtmiş, buna örnekler de vermiştim. AKP iktidarı döneminde hayat standardı oldukça yükselmiş, bundan da en çok toplumun yoksul kesimleri yararlanmışlardı. Bu kesimler, hükümete minnet duyuyor, onu kültürel ve psikolojik nedenlerle de kendilerine daha yakın buluyordu. Tam üç yıldır, çevremde bu gerçeği anlatmaya çalışıyorum fakat bunun için az itiraz ve suçlama ile de karşılaşmadım. Yoksa ben AKP’li mi olmuştum? Liberalizme mi saplanmıştım? AKP iktidarı döneminde halkın yoksullaştığını, AKP’nin seçmenlerin oylarıyla değil de seçim hileleri ile iktidara geldiğini söyleyen çok insanla karşılaştım. Bazıları da hükümetin yalnız dinci tutumundan ötürü oy topladığını ileri sürdüler. Oysa köylüler ve şehir yoksulları neden AKP’ye oy verdiklerini dosdoğru anlatıyorlar. Bu kez, komplo iddialarının daha az revaç bulacağını sanırım. Çünkü gerçekler er geç kendini kabul ettirir. Yolsuzluklarla ilgili bütün gerçeklere rağmen AKP mitinglerinin niçin kalabalık olduğunu anlatan “Konuya Bir de Öteki Taraftan Bakmak” balıklı yazımda, kitlelerin en çok da bu ekonomik istikrar ve refah düzeyinin sürmesi isteğiyle AKP’yi terk etmekte ayak sürüdüğünü belirtmiştim. Muhalefetin “Acilen ve acilen” kitleleri çekecek bir ekonomik program yapmasını önermiştim. Ana muhalefet partisinin bu gerçeğin farkında olduğu görülüyor. Seçim sloganı olarak belirlediği üç ibareden biri olan “Varlık içinde”yi en başa yazmasından da bu anlaşılıyor. Ayrıca meydan mitinglerinde Kemal Kılıçdaroğlu sosyal yardımların kesilmeyeceğini, bunları daha da artıracaklarını vaat etti. Buna rağmen, CHP oylarındaki artış sınırlı kaldı. Nedeni, halkın, halen yararlanmakta olduğu olanakları bırakarak vaat edilene güvenmeyişi oldu. Kitlelerin CHP ile arasındaki tarihsel soğukluk da bundan rol oynadı. Türk milliyetçiliği gibi geleneksel politikasını sürdüren MHP’nin oylarında da bir artış görülmedi. İP ile işbirliği yapsaydı, CHP’nin seçimleri kazanacağı yolundaki iddialar da gerçekçi değildi. İP’in DSP, TKP, EMEP, ÖDP gibi sandıkta herhangi bir oy ağırlığının olmadığı görüldü. Keskin milliyetçi söylemlerle CHP’nin solunda olunacağı da doğru değildir. Bu ideolojinin MHP gibi bir sahibi de vardır. Türkiye’de emekli subaylarla seçim kazanıldığı görülmemiştir. Kendi politikalarını CHP’ye dayatmak ve asıl hücumlarını iktidar partisinden çok CHP’ye yöneltmekle bu partiyi bölmek de mümkün olmamıştır. İP, CHP’ye önerdiği politikasını kendi partisi, televizyonu, gazetesi ve gençlik örgütüyle halka sunmuştur. Bunlar oy getirseydi, İP dişe dokunur bir varlık gösterirdi. Bu politikaları savunacak bir CHP, küçücük bir parti haline gelirdi. Bu son seçim kampanyası boyunca AKP’nin iktidardan düşürülmesi için herkes elinden geleni yapmıştır. Bu konuda bir başarısızlık varsa herkes önce kendi politikalarını ve hatalarını gözden geçirmelidir. Başarısızlık istifa nedeni olacaksa, bunu öncelikle kendileri için yürürlüğe koymalıdır. 1930’lu, 40’lı yıllar çok gerilerde kaldı. Bir ırmakta iki kez yıkanmak mümkün değildir. Atatürk’ün adını kullanarak, o döneme geri dönüleceğini vaat eden politikaların seçimlerde başarı şansı yoktur. Atatürk’ün de 1938’de ölmeseydi daha sonraki dönemler için mevcut duruma bakarak yeni politikalar üretmeyeceğini kim söyleyebilir? Her vesile ile günlük politikanın içine sokmak, onu milletin ortak değeri olmaktan uzaklaştırıyor. Bu durum ayrıca politika üretmekten acizliğin de bir ifadesidir. 1960 sonrasında Türkiye aydınları Marksizmi yeni yeni öğrenirken önce Marks’tan bir cümle alırlar, Türkiye’nin şartlarını o cümlenin kalıbına sokmaya çalışırlardı. Daha sonra pratiğin teoriden önce geldiğini öğrendiler. Türkiye’nin tarihini, halkın psikolojisini, sınıfların durumunu araştırdılar. Bunlara dayanarak politika ürettiler. Oldukça başarılı da oldular. Şimdi ise Türkiye’yi gözü kapalı savunulan birkaç ezberlenmiş sloganla yönetilir sananlar var… Toplum ve siyaset durmadan evriliyor. Askerler, bir kurum olarak siyaset arenasından çekildiler. Emperyalizm bütün dünyada geriliyor. Milletlerin özgürlük talebi kuvvet kazanıyor. Teknoloji ve politik katılım bütün dünyada refah düzeyini artırıyor. İnsanlar, her zamankinden daha çok bireyselleşiyor. Yeni ihtiyaçlar ve hedefler ortaya çıkıyor. Topluma artık geçmişi vaat etmek doğru değildir. Ne Rusya Lenin’in, ne Çin Mao’nun, ne de Irak Saddam döneminin uygulamalarına geri dönebilir. Geçmişin düşünü görmek yerine gelecekle ilgili politikalar üretmek gerekir. İktidara gelmeyi, bir ekonomik çöküntünün gelmesine, savaş çıkmasına, içeride yeniden bir Türk-Kürt vuruşmasına bağlamak çaresizliğin ifadesinden başka bir şey değildir. İktidarı AKP’nin elinden almak, ülkede toplumsal barışı kurmak, toplumsal refahı artırmak, özgürlüklerin önündeki engelleri temizlemek için sihirli bir formül yoktur. Yapılacak şey, gerçeklere ve halkın isteklerine dayanarak ve imkânları gözden geçirerek yapılabilecek olanları adım adım yapmaktır.