Melih Gökçek ve ödül (1)

İnanması bile zordu. Şaka gibiydi… “Basın Toplantısı” ile ilgili davetiyenin üzerinde “Yurt Gazetesi ve bu haberi yapanları rezil etmek amacıyla bu toplantıyı yapıyorum” yazıyordu. Büyük olasılıkla bu tür bir “hitap ve davet” Türk basın tarihinde bir ilkti. Çok uzun süredir bu mesleğin içinde olanlara da sordum ama tersini duymadım. Ancak tecrübeli herkes “bu hitabı” olağan karşıladı. Çünkü davetiyenin sahibi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, konu ise LivCom Vakfı’nın (doğrusu şirketinin) 2012 yılında Ankara’ya verdiği “En Yaşanabilir Kent Ödülü” idi…

Gazetede durumu değerlendirdikten sonra “rezil olmak” pahasına (!) Ömer Ödemiş ve Seda Bugari’yle kalktık basın toplantısına gittik. İlgi çok yoğundu… Gökçek kendinden çok emindi. Ne de olsa o bir imparatordu! Kolay değil 1994’den bu yana tam dört dönemdir Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’ydı. Uçan kuştan haberi vardı. Kendisi aleyhinde konuşmak bir yana, yan bakmak bile mümkün değildi…

Gökçek, koltuğuna oturur oturmaz “yalancı, iftiracı, omurgasız, şerefsiz” lafları havada uçuşmaya başladı. Ödülle ilgili bütün karşı iddiaları yalanladı, kendisine göre bir “şeref” dersi vermeye çalıştı… Kendi ifadesiyle söylersek, nasıl olurda “birkaç yüz tane basılan” bir gazete kendisine laf edebilirdi? Üstelik koca bir imparatorun aldığı ödülü hangi haddini bilmez küçümseyebilirdi? Hem de küçümsenen kişi “Twitter’da 422 bin takipçisi ile Türkiye’nin dördüncü gazetesi” durumundaydı… Hadleri bildirilmeli, defterleri dürülmeliydi!

Aslında aldığı ödülün hiç de öyle “En Yaşanabilir Kent Ödülü” gibi “büyük bir ödül” olmadığının “çakma bir ödül” olduğunun fazlasıyla farkına varmıştı, ancak anlaşılan o ki, siyasi hesaplarından dolayı habere adeta “isyan” ediyordu! Çünkü bu haber bir CHP “tezgahıydı”. Başbakan ve AKP kendisini korumaya almalıydı! Asıl kurgusu buydu. Kaldı ki, seçimler de artık neredeyse kapıdaydı…

Habere karşı ciddi bir karşı tezi olmadığından, döne dolaşa “bu ödülü bizim parayla aldığımızı söylüyorsunuz, elinizde bizim para verdiğimize dair belge var mı” sorusunun arkasına sığındı. Ben konuşmaya başlayınca, kendisinin doğrudan bize yönelik “iftira atmak şerefsizlik değil midir”  sorusuna atıfta bulunarak “evet, iftira atmak şerefsizliktir” deyince hemen arkasından “para verdiğimize dair elinizde belge var mı” diye araya girdi. O sırada aklıma “rüşvetin belgesi mi olur” diye başlayan meşhur söz gelse de, “hayır, elimizde böyle bir belge yok” dedim. Gökçek daha sonra bu sözümden hareketle televizyonunda ve internet ortamında bizi  “yalancı” ve “şerefsiz” ilan etti!

Hayatın temel ilkeleri hiç değişmez: İftira atıyorsanız, yalan haber yapıyorsanız, manipüle ediyorsanız zamanın hiçbir önemi kalmaz. Bu durum, bugün için de yarın için de şerefsizliğe tekabül eder! Çakma ödülü alıp büyük ödül gibi sunmak da!

Bırakınız belgeyi, bilgiyi, Gökçek’in paniği ve Gökçek’i destekleyen “yandaş medyanın” haberleri veriş tarzı bile haberimizin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Nitekim Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Habertürk gibi gazetelerin Ankara eklerindeki haber başlıkları çok büyük tesadüf olsa gerek (!) “Gökçek: İftiralardan hesap soracağım” şeklinde çıktı! Bu “meşhur” gazetelerin başlıklarının bile aynı olması tesadüf müydü, yoksa Gökçek’in basın merkezinin hazır haber servisinin ürünü müydü, buna da varın siz karar verin! Hadi bu gazeteler YURT’u, İrfan Taştemur’u ve bizim basın toplantısı sırasında söylediklerimizi “ciddiye almadılar” tamam, kabulümüz! Ancak hepsinin Londra’da bürosu var. Dönüp kendi elemanlarına sorsalardı hiç değilse haberi verirken “kes yapıştır” yapmaz, biraz da olsa objektif olabilirlerdi! Ayıptır!

İftiraymış, yalanmış Ne iftirası, ne yalanı? Baştan ibaren “ne böyle bir kuruluş, ne de böyle bir ödül var” dedik. Bizim ısrarla öne çıkardığımız haber şuydu: “Bu ödül, Melih Gökçek’in sunduğu gibi dünya çapında büyük bir ödül değildir. Bu ödüller, Birleşmiş Milletler Çevre Programı UNEP’le proje bazında çalışan LivCom vakfının sponsorluk karşılığı dağıttığı sıradan ve “çakma” ödüllerdir.

Nitekim, ödüllerin “çakma” olduğu ödül alan şehirlerin yalnızca isimlerine bile bakıldığında açıkça görülüyor: Örneğin, bu şehirler arasında New Plymouth, Broadland, Chrudim, Changzhou, Wuxi, Dalian gibi uluslararası öneme sahip şehirler var(!) Hatta, Almanya’dan Pfaffenhofen an der Ilm ve Belçika’dan Nieuwpoort gibi çok tanınmış (!) şehirler de var! Pazartesi günü Ankara’yla kıyaslanması bile mümkün olmayan işte bu şehirleri yazacağım. Bakalım “yalancı ve iftiracı” kimmiş?