Çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme
Nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar
Kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime
Altı kız bir ay ışığı def çalıp şarkılar söylediler
Beri yanda ormanlar yanardı, ciğerpareler lime
Bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime
Ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar
Bahar bir gelsin yeter artık eksikse de bırak elleme
Baharı Bekleyene/ Turgut Uyar
Maraş Katliamı, 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Maraş’ta meydana gelen Alevilere yönelik katliamın devlet veya derin-i tarafından organize edilmiş katliamın kendisidir. Yedi gün süren olaylar sırasında 150 Alevi öldürüldü, Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi. Yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında ceza almıştır. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı. 12 Eylül Faşist Darbesi'ne giden süreçte ötekilerin sindirilmesi ve yok edilmesi bakımından da tezgâhlanan oyunlardan bir tanesi olarak bilinmektedir. Sürecin sonucunda ilerleyen katliam davalarında da görüleceği üzeri üstü kapatılarak örtülecek çok sınırlı göstermelik cezalarla tarihin ve devletin kara arşivine gömülecektir.
Yukarıda rakamlara ve dava süreçlerine bakıldığında ilerleyen dönemlerde katliam, katliam girişimleri veya devletin bölünmez bütünlüğüne tehdit oluşturduğu hayalleriyle açılan davaların seyriyle hemen hemen aynı uzantıda ve çözümsüzlükte olduğu görülecektir.
Alevilerin bu coğrafyada asimilasyona, kırıma ve katliamlara uğramasının altında dünyaya ve kutsala ait sözünün kendisini mutlak ve hâkim gören zihniyetten farklı olması yatmaktadır. Bugün kendisini ulus devlet olarak yapılandıran ve aynı zamanda her farklı düşünceyi ve inancı kendisi için tehdit olarak algılayan inanışın hâkim olduğu muhakkaktır. Geleneksel devlet, modern devlette sindirme ve baskı araçlarını kullanmakta ve algılamasında ki farkları asimilasyon, susturma, yok sayma ve yok etmek araçlarını kullanmada ihtiraslarını şaşılacak derecede ortak olarak görmekteyiz.
Hele hele günümüzde Alevlerin nüfusuyla ilgili karmaşıklığın önünde gözardı edilen de bu unsurdur. İç Anadolu Bölgesi’nin, Doğu Anadolu Bölgesi’nin, Karadeniz ve Akdeniz Bölgesi’nin nüfus erimesinin gerçekçi adı asimilasyon, katliam ve kavim kırımlardır. Eğer ki bir inancın anlam dünyasına, sırlarına, kült’lerine, ziyaret yerlerine müdahale yaparsanız nüfusta değişiklikler olacaktır.
İşte Selçuklu’da Nizamülk’ün ” Kızılbaşlara Köpek, Rafizi” diyerek yaptığı neyse, Osmanlı’da Ebu Suud’un “ katli vaciptir. Mulhid’tir “ diyerek yaptığı zihniyet aynısıdır. Ya da laik olduğunu iddia eden Türkiye Cumhiriyeti’nin de “ dedelik, şeyhlik, dedebabalık, pirlik, mürşidlik” yok sayarak o inancın insanlarını “üfürükçülük” adıyla asimilasyon amacı olarak kullanması da aynı zihniyettir..
Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet inşasında ilk önce kendi dinini inşa etti. Bunu da Sünniliğin Hanefi- Maturidi mezhebini uygulamaya koyarak çalışmalarına başladı. Ardından Koçgri, Dersim, Erzincan, Çorum, Maraş, Sivas, Gazi Katliamı bunun örnekleri belleğimizde canlı olarak yerini korumaktadır. Etnik olarak da Zelan Deresi, Uludere katliamları da halen yürekleri yakmaya devam etmektedir.
Türkiye’de katliamlar sistematik olarak halen devam etmektedir. Maraş katliamını belleğimizde “an” laştıran katliamın yedi gün sürmesi, kişilerin barikatlarla karşı koyması, devletin tezgâhlarının her zaman meşru olarak kullanılması, evlerin işaretlenmesi ve Alevi, Kızılbaş inancına karşı Ortodoks zihniyetin devletle elele vererek katliama girişmesidir.
Resmi rakamlara göre150 kişinin katledildiği Maraş’ta, rakamın daha yüksek olduğunu tanıkların anlatımlarıyla biliyoruz. Katliamın acımasızlığını gösteren görüntüler ise cenininden fırlayan bebek, katledilen küçük çocuklar, baltayla başları kesilen kadınlar, infazsızca işkencelerle öldürülen kişilerdir. Devlet baba ve ana her zaman sıcak kucağını göstermeye başlamıştır. Bu ülkede hepimiz kardeşiz. Ama nedense biri öz, öbürü üvey. Biri büyük abi, ötekisi ise küçük kardeş. Baba ve ana da birlik fetişizmi üzerinden gücünü göstermeye devam etmektedir.
Bu farklı inançlara ve etnisitelere sahip insanları şiddet ve katliamla kabul edilebilinir alana getirmek ve hadım etmek için “her yol mübahtır” anlayışını siyaset sanatıyla örtüştürerek yok etmeye devam etmektedir. Alevilerin Maraş’ta devlet tarafından organize edilerek yaşadığı katliamla, Pozantı’da “taş atan çocuklar olarak anılan” yaşları küçük olan çocukların her türlü baskı ve mağduriyette kalması, cinsel istismara uğraması ve nakil olsalar da psikolojik baskısının onları takip edeceğinin biliniyor olması aynı gerçekliğin uzantısı değil midir?
Aleviler sadece kendilerine yapılan katliamları değil, farklı toplum ve inançlara yapılan katliamları da inancının bakış açısıyla bağlantı kurar. İnancının anlam dünyasından bakarak kendisine yapılmış olarak görür. Bilir ki Uludere katledilen çocuklarla, insanların, Pozantı’da her türlü ayrımcılığa ve baskıya uğrayan çocuklarla, her türlü ayrımcılığa uğrayan farklı inançta ki insanların yaşadığı acılar ve katliamlar hep birdir, kendisine çıkar.
Her türlü kadına yapılan şiddet ve şiddet girişimlerini aynı zamanda toplum tarafından ötekileştirme baskısını nefret suçunun kusması olarak görerek karşı çıkar. Kadının toplum tarafından soyutlanarak dışlanmasını öğretinin geleneğiyle örtüşmemektedir. Bu bağlamda Kerbela Katliamı, Kerbela Katliamında ki Masum-u paklar, Kırklar Bezminde Kübra Zehra Ana ile birlikte 12 bacının bulunması hepsi geleneğin nasıl okunması gerektiği üzerine söz geliştirmesini sağlar. Geleneğin “72 fırkaya aynı nazarda bakarız” sözünün anlamı bu doğrultuda daha iyi anlaşılmaktadır.
Özelikle ülkemizde demokrasi dersleri yeni verilmemektedir. Menderes zamanında “Yeter Söz Milletindir” sözünün üzerinden devletin emperyalizme ve kapitalizme taşeronlaştırılması ardından ülkenin demokrat insanlarına oy simsarlığı yaparak dinsel mekanizmalarının hayalleri süsleyecek cinste “Bu halk isterse bir gecede hilafiyet bile getirir” diyerek devletin ve iktidarının ileri demokrasi örneğini vermeye başlamıştı. Ardından 1960 ihtilalının rüyasının getirdiği iyi asker, kötü asker ile sol askeri devrim, sağ askeri devrim ikileminin bulutlar dağılarak, 1971 askeri muhtırası ardından dinsel alanın resmileşerek kökleşmesi farklı inançta olan insanların “ateist” olarak fişlenmesi “Kızılbaşlığın” öteki olarak kategorileştirilmesiyle ileri demokrasi anlayışı “3K” aşamasına geçmiştir. 1980 Askeri Faşist Darbenin ardından zorunlu din dersleri, ilahiyat okulları ve imam hatip okullarının açılmasıyla beraber “hem işini bilen memur dönemi hem de camiler aracılığıyla hakikati öğretme kuşağı dönemi”başlayarak ileri demokrasi manzaraları aralıksız olarak ileriye doğru sürmektedir. 1980 Askeri Faşist Darbenin ardından Türklük duygusu ve tezi yerine Türk – İslam Tezine bırakmaya başlamıştır. Eski devletin dini milliyetçilik iken yeni devletin dini milliyetçilik ve Ortodoksi din anlayışı olmuştur.
Mazlumlaşma dilinin üzerinden yeni devletin ileri demokrasi örnekleri bir bir ortaya dökülmeye başladı. Mazlum dilini sadece kendi iktidarının aracı olarak kullanmaya fakat farklı inançta ve etnisite de ki toplumların ezilmişliğini daha da ezilmesi gereken “ ucube, Zerdüştlilik” olarak yaftalayarak ileri demokrasi örnekleri vermeye başlamıştır. Devletin biricikliğine tehdit olarak algıladığı her şeyi “zındık, terörist, kck’lı, ergenekoncu, marjinal üniversite öğrencileri“ diye tanımlayarak süresiz kovuşturmalar, mahpusluklar sürdürmektedir. Demokrat, ilerici ve yurtsever gazetecileri de özgürlükler altında değil, medya örgütü adı altında kisvetliyerek içeriye zamansız olarak tutmaktadır.
Sonuç olarak Maraş Katliamı modern devletin farklılıklardan biri olan Alevilere yapılan ileri demokrasi örneklerinden bir tanesidir. Her şeye kılıf bulma, üretme ve susturma planının arkasında ki derin oyunlarından biridir. Bu örnekler üzerinde Zelan Dere’siyle Dersim’in, Uludere’yle Çorum’un Sivas’ın Maraş’ın, Gazi’yle Pozantı’nın hiçbir farkı yoktur. Farklı inançta ki olan toplumların aynı zamanda etnisitesi ve dili öteki olan halkların ruhlarını yok etme katliamlarıdır. Bununla da yetinilmemektedirler. Ruhları yetmezmiş gibi bedenleride kıyımlara uğratarak yeni devletin inşasını ileri demokrasi kindarlığı içinde sürdürmektedirler.
Alevilere düşen bu ülkenin bütün “zındıklarıyla, renkleriyle, ötekileriyle” “yârin yanağından gayri her şey ortaktır” şiarıyla sahih olmayı dayatan tek biçimci zihniyete ortak mücadele etmektir.
Kalu- Bela’dan beri kurbanın kendisi onurlu, dik duruşlu ve inancı tam olan Hakk’ın kendisi ve tecelli olan insan değil midir?
Bizleri de Dest-i Kerbela Şehidi İmam Hüseyn’e, Şah-ı Merdan Aliyyül Murteza’ya, Hünkâr Hacı Bektaş-i Veli’ye, Pir Sultan Abdal’a, Baba İlyas’a ve Şeyh Bedrettin’e sır eden de bu değil midir?
Aşk-ı Muhabbetle